Geçemezsiniz

41 11 3
                                    

Şafak sökmeye başlamıştı.
"Siz, ikinci grup! Nerede bekleyeceğinizi biliyorsunuz. Öyle değil mi?"
"Aye**"
Frederic bağırırken, Perceval Colbert'in yanına geldi.
"Öğh!! Ne yaptığını sanıyorsun?"
Colbert, ölünün kanını suratına ve çeşitli yerlerine sürüyordu.
"Frederic'i duydun. Suikastçiler neredeyse bizi öldüreceklerdi, ama biz bir çizik bile almadan bu olayı atlattık, ha? Buna inanmayacaklardır. Hatta yüzüme biraz gerçek yara yapsam fena olmaz."
Lancelin gülerek onların yanına geldi.
"Çok güzel fikir (!). Perceval, sen de biraz ölünün kanını üstüne sürsene!.."
"Bu komik değil, Lancelin."
Colbert iç geçirdi.
"Yine de gerekli, maalesef."
Lancelin hala gülerken, Frederic onların yanına geldi. Yüzünde, kollarında çeşitli yaralar vardı ve dizlerini yırtıp biraz kan sürmüştü.
"Eee, hazır mısınız?"
"Öyle görünüyor."
Frederic, etrafına toplanmış adamlarını süzdü.
"Âlâ, âlâ. Gidelim mi artık?"
Üçüncü grup henüz haritayı tamamlayamamışlardı, çünkü buraya daha önce yalnızca Dunte gelmişti ve yolları hatırlamakta zorlanıyordu.
Frederic bir süre haritayı hala çıkarmayı çalışan üçüncü gruba baktı.
"Lancelin haklıydı, ayrılsak bile sayımız iyi."
Perceval, Frederic'e döndü.
"Yani onlardan önce mi yola koyulacağız?"
"Evet. Kendi başlarının çarelerine bakabilirler. Zamanımız da daralıyor zaten."

...................

"Kapıyı açın!.."
Bu bağıran izleme kulesindeki gözcüydü.
Kapı bekçisine yakın bir asker tekrar etti.
"Kapıyı açın!.."

Bu gelenler Frederic ve on altı adamıydı. Kimisi birbirlerini tutmuş, taşıyor gibi yapıyor, kimisiyse topallıyordu.
Tam kapıdan içeri girecekken askerker kapıyı tıkayarak engel oldu.
"Geçemezsiniz, raporcu nerede?"
"Sence biliyor muyuz?"
Colbert adamı tersleyip geçmeye çalıştı.
"Hayır."
"Ne? Öleceğiz, bunu mu istiyorsun? Aramızda ağır yaralılar var."
"İsterseniz gerçeği söyleyin, umrumda değil. Yalan söyleme ihtimalinize karşı sizi içeri alamayız."
"Bu saçmalık, ne yapacağız peki?"
"Başkomutan geliyordur, onu bekleyeceğiz."
"Vaktimiz yok!"
Asker gözleri bayık bir şekilde, Colbert'e yaklaştı.
"Banane?!"
Colbert sinirleniyordu. Frederic Colbert'e doğru fısıldadı.
"O ne derse onu yap."
Colbert bir uf çekti.
"Âlâ. Bunu o sersem askere ödeteceğim, sözüm olsun."
Perceval az ileri çıktı.
"En azından bir tür tıbbî yardım falan alamaz mıyız komutanınız gelene kadar?"
Asker, Perceval'ı süzdü.
"Hanginiz ağır durumda? Yalnızca küçük bir kısmınız, yardım almak için kısa süreliğine gelebilir."
Antanio ve Colbert, ileri çıktı. Antanio'nun yüzü kanlar içindeydi.
"Güzel. Şunları bir hemşirenin yanına götürüverin."
Bir kaç asker önce üstlerini aradılar, onları tüm silahlardan arındırdıktan sonra kollarından tutup sürüklemeye başladılar.

Hemşirenin yanına geldiklerinde askerler, onları bıraktı ve çadırın önünde beklemeye başladılar.
Hemşire kadın önce Antanio'nun yüzünü sildi. Gözlerini büyüttü.
"İyi de bu sadece kurumuş kan. Yaralar nerede?"
"Yüzümde değiller, karnımda bir tane var."
"Pekâlâ, üstünü çıkar."
Hemşire, mendil almak için arkasını döndü. O sırada Antanio, yara açmak ve temizlemek için kullanılan bıçağı kaptı. Hemşire arkasını döner dönmez eliyle ağzını sıkıca bastırdı. Diğer eliyle bıçağı boğazına doğrulttu.
"Antanio, ne yapıyorsun?"
Colbert şaşkındı.
"Gerçek yaramız yok dahi. Ve o, bunu çoktan anladı."
Hemşire, sanki bir faydası olacakmış gibi kafasını iki yana salladı.
"Şimdi onlara gidip, bizim yaralarımızın çok derin olduğunu ve işimizin uzun süreceğini söyle. Yoksa ölürsün."
Colbert, Antanio'ya seslendi.
"Aman ne korktu (!). Eğer onu bırakırsan askerlere gidip senin bir yalancı olduğunu söyleyecek. Ve o, askerlerin yanına gittiğinde, senin tehditinin bir anlamı kalmayacak. Askerlerle beraberken senin için yalan söyleyecek değil ya."
"Öyleyse şimdiden öldürelim."
Hemşire, konuşmaya çalıştı.
"Elimi çekeceğim ve bağırmayacaksın, değil mi?"
Hemşire kafasını yukarı aşağı salladı. Antanio, hemşirenin ağzından elini çekti ama bıçak hala hemşirenin boğazına dayalıydı.
"Yalan söyleyeceğim, lütfen!"
Antanio, Colbert'e döndü?
"Sence?"
"O zaman onu şimdi öldürelim dediğinde blöf yaptığını bir moron bile anlayabilir. Bu kadına güvenmiyorum."
Kadın titrek sesiyle hâlâ mırıldanıyordu.
"Lütfen, lütfen, lütfen..."
Antanio, biraz durdu.
"Bilemiyorum, bence inandırıcı?"
"Klişe. Bence işe yaramayacak. Eğer bizi öldürtürsen, seni öldürürüm, Antanio."
"Sen ne düşünüyorsun?"
"Öldürmeyi. Herkesi öldürelim."
Antonio göz devirdi.
"Çok dahice."
"Çadır önünde iki asker var. Onların arkalarından yaklaşıp boyunlarını kıralım, çadırda giysilerimizi değiştirelim. Asker olarak dışarı çıkalım."
"Zaten orman korumacısı giysisiyle buraya geldik. Kılık değiştirip duruyoruz. Asıl bu klişe."
Hayır, hayır. Bu bir klasik!"
"Nedenmiş o?"
Colbert, kendini beğenmişçe güldü ve cevap verdi.
"Çünkü fikir benden çıktı."
Colbert her yerindeki kanı temizlemeye başladı. Antanio bir süre durdu ve şaşkınlıkla sordu.
"Gerçekten bu planı mı uygulayacağız?"
"Kesinlikle."
"Peki ya hemşire?"
Colbert omuz silkti. Antanio, bunun ne olduğunu anlamıştı. Elini tekrar hemşirenin ağzına bastırdı.
"Kusura bakma, ama birazdan ölecek olan birisi, bağırmaktan korkmaz."
Hemşirenin gözleri faltaşı gibi açılmıştı, gözünden bir damla yaş geldi. Bağırmaya çalıştı. Antanio, elindeki bıçağı bıraktı. Hemşirenin başını ters çevirebilecek şekilde tuttu. Daha sonra, sanki umrundaymış gibi fısıldadı.
"Üzgünüm."






Aye**= (kabul, onaylama) 1*Evet 2*Emredersiniz



Suikastçinin İntikamıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin