Ben öylece çikolata rengi gözlere bakıp kalırken acıktığımı hissettim. Sahi ben en son ne zaman yemek yemiştim ki? Bari ölmeden önce son kez bir çiğköfte yiyeydim. Şöyle; bol isotlu, bol nar ekşili, bol turşulu. Ağzımın sulandığını hissederken refleks olarak dudaklarımı yaladım. Bu sırada Azrail'imin gözleri dudaklarıma kaydı.
'Hop dedik kardeş, o gözler yanlış sularda geziniyor!' diye içimden hayıflandım.
'Neva! Allah aşkına! Çikolata gözlerden, çiğköfteye oradan yasaklı sulara geçmeyi nasıl başardın anlayamıyorum ben ya!' diyen bilincime göz devirdim.
Kendimi toparlayıp geri çekildim ve Emre'nin silahı tutan elini yani sağ elini tuttum. Tenine temas etmemle vücuduma yayılan bir akım hissettim. Statik elektrik olsa gerekti ama önemsemeden silahı kaldırıp tam alnımın hizasına getirdim ve iki kaşımın arasına sabitledim.
İki elimle Emre'nin silahını tutan elinin etrafını sarmıştım. Bana söylediği sözler tekrar aklıma gelirken öfkemin körüklendiğini hissettim. Anneme beni doğurduğu için utanmasını söylemişti. İşin aslı şu ki içime bir şüphe düşürmüştü. Belki de annem gerçekten benden utanıyordu. Kim evladının hırsız olmasını ister ki? Belki de söylediklerinin gerçek olma ihtimaliydi beni öfkelendiren.
Hem öfkeden hem de Azrail'imin söylediklerinin doğru olma ihtimalinin verdiği acıyla gözlerimden yaşlar firar etmeye başladı. Ağlamamalıydım! Bu beni aciz gösteriyordu. Bu kadar aciz olduğum için kendime öfkelendim ve beni bu duruma düşürdüğü için Emre'den nefret ettim.
''Çek lan tetiği! Kaybedecek neyim kaldı ki? Çek lan! Erkeksen şu tetiği çekersin! Al işte! Bak! Silahını çalan piç, aptal, cesur yürek karşında! Bir bok bilmeyen şerefsiz karşında! Annesinin utanması gereken evlat karşında! Şimdi! Çek şu tetiği de dünya bir pislikten daha kurtulsun! Hadi lan çeksene!'' diye öfkeyle haykırdım.
Sesimin şiddetiyle tırnaklarımı eline daha da geçiriyordum. Gözünü kırpmadan bana bakıyor, ifadesiz bir suratla öfkemi haykırışımı izliyordu. Gözlerimden yaşlar akmayı bir türlü kesmeyince ve de Azrail'im tetiği çekmeyince Emre'nin elini bıraktım.
Ondan uzaklaşıp gözyaşlarımı sildim ve ellerimi saçlarımın içinden geçirdim. Git gide kontrolümü yitiriyordum. Histerik bir kahkaha attım ve Emre'nin yüzüne baktım. Azrail'imdi değil mi benim? Öylece dikilip beni izliyordu. Kollarımı kendime sararak yere çöktüm.
''Ne oldu? Niye çekmiyorsun tetiği? Niye söylesene?'' dedim sırıtarak. Sonra dayanamadım ve tekrardan kahkaha attım. Ben biraz sonra ölecektim yahu! Ben gülmeyeyim de kimler gülsün?
''Kızım diye mi yoksa? Sen var ya tam bir-'' tam söylenmeye devam edecektim ki silahı sertçe koltuğa fırlattı ve bana doğru eğilip bileğimden tutup beni ayağa kaldırdı. Beni kendine doğru çekti ve gözlerimin içine baktı.
''Çok konuşuyorsun!'' diye tısladı yüzüme doğru. Nefesi yüzümü yakıp geçerken aynı anda titrememe sebep oldu. Tam ağzımı açıp münasip bir cevap verecektim ki kolumdan sürüklemeye başladı.
''Nereye gidiyoruz lan!'' diye bağırdım. Aniden durup beni duvara doğru savurdu. Çarpmanın şiddetiyle ciğerlerimdeki nefesi verdim. Derin bir nefes alacakken Emre bedenini bedenime yaslayıp duvarla ve kendisiyle bedenimi bütünleştirdi. Çarpmanın etkisiyle nefes alamıyordum. Nefessizlikten ciğerlerim yanmaya ve gözlerim kararmaya başlarken nefesini kulağımın dibinde hissettim.
''Bağırmayı kes! Sus ve eğer yaşamak istiyorsan gıkını bile çıkarma!'' diye fısıldadı kulağıma. Vücudunu vücudumdan çekince yere, dizlerimin ve ellerimin üstüne çöktüm. Sanki tüm dayanağım onun bedeniymiş gibiydi ve birden çekilince bacaklarım vücudumu taşımamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
H.A.V. *Hayallerinden Asla Vazgeçme!*#Wattys2018
Teen FictionDeniz misali olur bazı insanlar. Kimi zaman haşmetli dalgalarıyla döver kıyıları; kimi zaman ise bir anne şefkatiyle kucaklar yalnızları. En iyi dosttur deniz. En iyi sırdaş. Dünyada ondan iyi başka bir dinleyici yoktur. Ağlarsın kıyısında. Haykırır...