Olamaz...Bu gördüklerim aklımın bir oyunu olmalıydı.Karşımda duruyorlar.Korku ve mutluluğu bir arada yaşıyorum.Dostlarım Minerva, Nüva ve Ceres karşımda duruyorlardı.Yerden kalkmama yardım ettiler.
-Çocuklar burada ne işiniz var sizin?Burada olmanız yasak biliyorsunuz değil mi?Efendi Erelim burada olduğunuzu öğrenirse sizi cezalandırmaktan çekinmeyecektir biliyorsunuz değil mi?Nüva alaycı bir şekilde bana doğru yaklaşarak;
-Ahh Ambriel yapma.Efendi Erelim'in haberi olmadan buraya adımımızı atabileceğimimizi mi sanıyorsun?Senin tek başına gitmene seyirsi kalamazdık.Sen tapınaktan ayrıldıktan sonra seninle gelebilmemiz için Efendi Erelim'e ne kadar yalvardığımızı biliyor musun?Ona bizim de meditasyona ihtiyacımızın olduğunu bunun için sana eşlik etmemiz gerektiğini anlattık.Bu yüzden bize borçlusun haberin olsun.Şimdi daha fazla zaman kaybetmeden yola koyulmamız gerekiyor.Haydi sallanmayı kes ve düş önümüze.
Hlikon dağlarına doğru hızlı bir şekilde ilerliyorduk.Onlara güvenebileceğimi tekrar gösterdiler.İyi ki yanımdalar diye geçiriyorum sürekli aklımdan.Dar patikalardan, dik yamaçlardan engebeli yollardan hızımızı kesmeden ilerlemeye devam ediyorduk.Hlikon dağı efsanelerle doludur.Kimileri dağın canlı olduğunu ve sürekli bir hareket içerisinde olduğunu söyler.Kimileri geceleri dağdan çığlıklar geldiğini ve dağın canlıları esir aldığını anlatır.Ne kadarı gerçek ne kadarı efsane bilinmez ama dostlarım yanımda olduğu sürece bunlar bizi korkutamaz.dağın eteklerine doğru ilerliyoruz.Dinlenme ihtiyacı hissettik ayrıca epeyce acıkmıştık.Düz bir kayalığa oturduk ve çantalarımızdaki yiyecekleri önümüze serdik.Yemek yerken bir yandan dağı incelemeye koyulmuştuk.Hlikon dağı, diğer dağlardan farksız görünüyordu.Yemeğimizi yedikten sonra yürümeye koyulduk yeniden.Zirveye yaklaştıkça dağ bizi kendine hayran bırakıyordu.Çok nadir görülen bitkiler, ilk kez gördüğümüz hayvanlarla doluydu dağ.Hiçbir şekilde oyalanmadan yolumuza devam ediyorduk.Fakat olamaz yol burda sonra eriyordu, yolun sonu karanlık, dipsiz bir uçurumla bitiyordu.Bu şekilde yollarına devam etmemiz imkansız fakat ne yapmamız gerektiği konusunda küçücük bir fikrimiz yoktu.Çareyi güçlerimizi kullanmakta bulduk.Minerva uzun bir süre uçurumu ve etrafını keskin gözleriyle izledi.Fakat herhangi bir çıkış yolu olmadığını belirtti.Ceres ise buradaki ekolojik düzenle iletişime geçemediğini doğayla ilişkisinin sanki aniden koptuğunu söylüyordu.Nüva' ya gelince Hlikon dağı ve bu uçurum hakkında ufacık bir bilgisi olmadığını bu yüzden paralel evrende geçiş yapamadığını anlatıp duruyordu.Öyle gözüküyor ki iş başa düştü.Elementleri kullanmakta hemfikirdik...Çevreye şöyle bir göz attıktan sonra "Toprak" diye seslendim.Gerekli beden bütünlüğünü sağladıktan sonra rahatsız edici bir sessizliğe büründü heryer.Konsantre olmaya çalışıyordum.Evet sonunda başardım toprakla aramdaki bütün engelleri aşmayı başarabildim.Toprakla bütünleşmiş her bir karışı, her bir kıpırtıyı hissediyordum.Hemen sağımızda toprağın daha yumuşak ve arkasındaki boşluktan süzülen rüzgarı hissedebiliyordum.
-Evet çocuklar sanırım sağ tarafımızda kocaman bir mağara var.Geçiş için bu mağarayı kullanmak zorundayız.Başka bir yol olduğunu sanmıyorum.Buraya kadar boşuna gelmedik denemekte fayda olduğunu düşünüyorum.Bu konuda düşünceleri aynıydı.Bunca yolu geri dönmek için gelmemişlerdi.Kaybedecek bişileri yoktu sonuçta.Dostlarıma o kısımdan uzaklaşmaları gerektiğini söyledim.Yeterli açıyı sağladıktan sonra küçük ama yeterli derece de bir bükme hareketi ile mağaranın girişini tamamen topraktan arındırdım.Giriş devasa görünüyordu.Bu kadar büyük olmasının sebebi neydi?Yoksa zamanla yıkılmış ve giriş bu kadar genişlemiş olabilir miydi?
Sopaların uçlarına bağladığımız bezleri ateşe vererek içeri doğru ilerlemeye koyulduk.İleride bir çıkış muhakkak olmalıydı.Nerden mi biliyorum?Aslında emin değilim, bilemiyorum.Şiddetli bir rüzgar esiyordu mağaranın içerisinden dışarıya doğru.Çıkış olduğu kanısına bu nedenle vardım.Mağaranın derinliklerine doğru ilerliyorduk.Giriş çoktan gözden kaybolmuş, etraf zifiri bir karanlığa bürünmüştü.Tek ışık kaynağımız elimizdeki alevlerdi.İçerisi çok kötü kokuyordu.Etrafta damlayan su damlaların sesleri yankılanıyordu.Bu bizi epeyce ürkütmeye yetiyordu aslında.Sürekli ayaklarımız cisimlere takılıyor fakat birbirimizi kaybetmemek için durup bakmıyorduk.Minerva durmamızı söyledi.Öylede yaptık kimse hareket etmiyordu.Minerva;
-Arkadaşlar herkes bu uzun halatı beline bağlasın bu şekilde birbirimizi kaybetmemiş oluruz.Herhangi biri bir çukura düştüğünde veya dengesini kaybettiğinde bu halat işimizi görür.Tabi ya bu fikir çok mantıklı gelmişti hepimize öyle de yaptık ve yolumuza koyulduk.Mağaranın derinliklerine ulaştıkça duvarlar yapışkan bir madde ile kaplıydı.Ne olduğu konusunda bir fikrimiz yoktu ve bu sebepten dolayı dokunmamanın en iyi fikir olduğunu düşündük.Hızımızı kesmiyor dikkatli bir şekilde ilerliyorduk.Aniden tuhaf bir sesle irkildik.Ses tüylerimizi diken diken etmeye yetmişti.Bir insan sesi olamazdı veya daha önce gördükleri, duydukları bir hayvan sesi.Tam sesin tehlikeli olmadığı kanısına varmışken ses yinelendi.Tekrar tekrar ve tekrar.Ceres tehlike sezdiğini ve bunun iyi birşey olmadığını söylüyordu.Etrafımızı daha iyi görebilmek için elimizdeki bütün meşaleleri yakıp ışığı büyüttük.Ses giderek kuvvetleniyordu.Bu sesi çıkaran şeyin kendilerine giderek yaklaştığının bir göstergesiydi.Etrafın aydınlanmasıyla yerdeki kemikleri ve etraftaki kocaman ağları kolaylıkla farkedebiliyorduk.Korkuyorduk, sonumuzun yerde yatanlarla bir olmasını istemiyorduk.Arkadaşlarımı uyararak;
-Arkadaşlar birbirimize yaklaşalım ve sırtlarımızı birbirine yaslayalım.Herhangi birşeyin yaklaştığını gören diğerlerine haber versin.Daha sözümü yeni bitirmiştim ki Nüva çok yüksek bir sesle;
-Lanet olsun geliyor, geliyor.Karşıdan devasa bir yaratık hızlı bir biçimde üzerlerine doğru ilerlemekte olduğunu görürler.Bütün meşaleleri o yöne doğru doğrultup yaklaşmasını bekliyorlar.Hızlı bir biçimde yanlarına gelerek tek bir darbede hepsini sağa sola fırlatır.Çarpmanın etkisiyle sersemlemişlerdi.Düştükleri yerden doğrulup siper aldılar.Ceres onunla iletişime geçmeye çalışıyor aynı zamanda yem olmamak için meşale ile onu kendinden uzaklaştırıyordu.Ceres;
-Kimsin sen, adını söyle, bizden ne istiyorsun, sana herhangi bir zararımız dokunmadı, bırak geçelim yolumuza devam edelim.Beni duyuyor musun, anlıyor musun beni cevap ver.Sana herhangi bir zarar vermeyeceğimize söz veriyoruz.Evet Ceres onunla iletişime geçmeyi başarmıştı, sakinleştirmişti onu.
-İsmin nedir?Tanık kendini bize.Ben Ceres Agartha'lıyız.Hlikon Dağına eğitimimizi tamamlamak için geldik.Herhangi birşeye zarar vermeyeceğiz söz...Kısa bir sessizlikten sonra;
-Tsssh, tsssh.Bana verilen isim Arache'dir yabancı.Ben bir Latrodectus örümceğiyim.Asırlardır bu mağaranın koruyucusuyum.Demek Agartha'lısınız öyle mi?
-Evet Agartha'dan geliyoruz.Yüce Efendi Erelim tarafından eğitimimizi tamamlamak için gönderildik.
-Ahh Efendi Erelim demek.Yüce Efendiyi görmeyeli uzun zaman oluyor.Tssh, tssh.Efendi Erelim ile çok eski bir dostluğumuz var.Beni affedin niyetim sizi korkutmak değildi.Ama Hlikon Dağı benim muhafazam altında.Burada ki doğayı ve canlıları korumak benim görevim.Şimdi benimle gelin minik dostlarım size mağaranın çıkışına kadar eşlik edeceğim.Bundan sonrası emniyetli olacaktır sizin için.Mağara da ilerlerken epeyce konuşma fırsatı yakaladılar.Arache, Erelim ile olan anılarından bahsedip durdu.Sonunda ışığı görebiliyorlardı.Işığa doğru ilerlediler.Mağaranın çıkışına yaklaştıklarında Arache ile vedalaşmak zorunda kaldılar.Mağaranın çıkışı "Cennet Vadi" 'ye açılıyordu.Vadiye giriş ve çıkış sadece mağaradan sağlanabiliyordu.Birkez daha büyülenmiş gibi hissediyorduk.Burda gördüklerinin yanında yolda karşılaştıklarının hiçbir güzelliği kalmıyordu.Mağaradan dikkatli bir biçimde vadiye doğru inmeye başladılar.Burası envayi çeşit yiyecek, şarkı söyleyen ormanlar ve gürül gürül akan nehirlerle doluydu.Adının anlamını hakedecek güzelliklerle doluydu...