(Mirzan)
Sadece 10 dakika. 10 dakika gözlerimi kapalı tuttum ve açtığımda yanımdaki güzellik uyuyakalmıştı.
Dalmıştım ama uykuya falan değil. Hemen yanımda uyuyan beyaz tenli kırmızı yanaklı kıza dalmıştım. Baktıkça beni kendine çeken saf, temiz, masum ve çocuksu bir güzelliği vardı. Aslında güzel olmak için bir çabası da yoktu ki. Makyaj yapmayı da pek sevmiyor sanırım. Küçük küçük nefesler alıp veriyordu. Tıpkı küçük bir çocuk gibiydi. Çocuk demişken... Sahi benim çocuklara bu kadar çok ilgim var mıydı yoksa karşımdaki bu güzellik mi bu kadar gün yüzüne çıkartıyordu bu ilgiyi acaba? Aslında çocuklara ilgim hep vardı. Ama eskiden bu kadar dile getirmezdim.
Hem bir saniye. Güldü mü o yoksa bana mı öyle geldi? Güldü. Kesinlikle güldü. Hemde o nasıl bir gülme öyle... Canımın canında bir şeyler kopartıp attı sanki o an.
Rüyasında ne görüyor acaba? Düşüncelerim ne çabuk değişiyordu öyle. Mesela, şu an bütün düşüncelerden uzaklaşmış ve giydiklerinin ona ne kadar çok yakıştığını düşünüyordum. Oysa farklı değildi giydiği şeyler.
Siyah tayt giymişti. Üzerine toz pembe dizlerinden en fazla bir karış yukarıya gelen bir kazak, onun üzerinde de benim dün ona hediye ettiğim ceket vardı. Saçlarını salaş bir topuz yapmıştı hafifçe yukarıdan. Yüzünde hiç makyaj yoktu şuan ve buna rağmen oldukça çekici ve güzel görünüyordu bence. Zaten yanakları al aldı. Gözlerinin rengi, gözlerine makyaj yapma gereksinimi duydurmuyordur bence. Dudakları... Bir dakika ya ne diyorum ben? Tamam tamam. Kendimdeyim.
...
Ne kadar zamandır onu izliyorum bilmiyorum ama gözünü hafifçe açıp da elini boynuna götürmesi ve yüzünü buruşturması bir oldu. Anladığım kadarıyla o pozisyonda uyuyunca boynu ağrımıştı. Eliyle boynunu biraz tutup masaj yapar gibi baskı yaptıktan sonra bana döndü. İstemsizce onun bu haline gülümsedim.
"Mmm. Boynum tutulmuş ya." diyip yüzünü buruşturarak devam etti konuşmaya. "Ne kadar zamandır burda öylece uyuyorum acaba? Hem neden uyandırmadın ki sen beni?" kaşlarını kaldırarak sorduğu bu soru onun masum görünen hallerine daha da masumluk katmıştı doğrusu. Onun bu hallerine gülmeden edemedim.
"Bilmem. Uykusuz gibiydin uyandırmak istemedim." bir süre yüzüme baktıktan sonra sadece kafasını salladı usulca. Sessizliği bozan yine ben olmuştum.
"Hem sen kahvaltı yaptın mı küçük hanım?"
"Hayır."
"Ne güzel. Bende yapmadan çıkmıştım evden. Aklında olan bir yer var mı?"
"Hayır, yok."
"Pekala. O zaman benimle geliyorsunuz hanım efendi." dedikten sonra ayağa kalktım ve elimi uzattım ona. Aslında aklımda iyi bir fikir yoktu. Doğrusunu söylemek gerekirse aklımda hiç bir fikir yoktu. Ama yolda olurdu herhalde.
Uzattığım elimi öncesinde tereddütde kalsa da yine de tuttu ve parktan dışarıya çıkmaya başladık. Hala nereye gideceğimiz veya ne yiyeceğimiz hakkında bir fikrim yoktu ama benim için önemli olan bu değildi ki. Nerde ne yemişiz önemi yoktu benim için. İkra için de bunun önemi olmadığını yemeğe nereye gideceğimiz hakkında karar verirken anlamıştım. Yanımdaki bu masumiyet çok çok kısa bir zaman önce hayatıma dahil olmuştu ama biliyordum öylesine olmamıştı. Hissediyordum bunu yani vardı bir şeyler boş değildi bu tanışma ve bu karşılaşmalar. Hepsinin bir sebebi vardı. Boşuna demiyordu Yılmaz Erdoğan "Sana bakmak bütün rastlantıları reddedip
bir mucizeyi anlamaktır." evet. Ona bakmak bütün rastlantıları reddedip bir mucizeyi anlamaktır. Ne ilk göz göze gelmemiz, ne ilk konuşmamız, ne tek boş yerin benim yanım olması ne de diğerleri. Hiç biri bir rastlantı veya tesadüf değildi. Hepsinin sebebi vardı. Bu olanlar mucize gibi bir şeydi ve bu yüzden ona bakmak bir mucizeyi anlamak. Benim dünyamın mucizesini...Kısa zaman dilimi içerisinde ne çok şey düşünmüştüm öyle. Ama hala nereye gideceğimiz veya ne yiyeceğimiz hakkında bir fikrim yoktu. Derken aklıma gözleme geldi. Ben çok severdim. İkra da seviyor muydu acaba? Her yerde bilinmezdi yani benim arkadaşlarımın çoğu bunu bilmezdi.
"İkra?"
"Efendim?"
"Gözleme sever misin? Ya da daha önce hiç yedin mi?"
"Yemedim."
"Pekala.. Denemek ister misin peki?"
"Neden olmasın ki?"
...
"Ya Mirzan bunlar çok lezzetli." bir yandan ağızındakileri çiğnerken bir yandan da gözlemeye övgüler sayıyordu. Normalde zaten al al olan yanakları şimdi hem al al hem de dolu doluydu. Bir an düşünmeden edememiştim. Acaba dışarıdan da böyle benim gördüğüm kadar tatlı görünüyor muydu? Umarım onu bir tek ben bu kadar tatlı görüyorumdur...
"Bence yavaş konuşmalısın." dedim onun bu haline gülerken. Ağızındakileri iyice çiğnedikten sonra sanki boğazını gıcık tutmuş gibi öksürdükten sonra konuşmaya başladı.
"Ihım-ıhım. Şey pardon. Yani bu lezzet beni benden alınca ben bir an ne şekilde ve nasıl yediğimin farkına varamamış ve ağızımdakilerle konuşmuş olabilirim. Özür dilerim." Gözlerini kocaman kocaman açıp çocuksu bir masumiyetle bakıyordu. Tam da gözlerimin içine. Yanakları iyice kızarmıştı. Sanırım utanmıştı. Daha fazla utanmasını istemediğimden dolayı konuyu değiştirdim.
"Ee? Yer miyiz birer tane daha patatesli?" Gözlerinin içi ışıldadı resmen. O ışıltılarla birlikte kocaman ve içten bir gülümseme de hediye etti bana. Bir yandan da kafasını sallıyordu aşağı yukarı. Bu kızı mutlu etmek bu kadar kolay mıydı yani?
...
"Off! Çok yemişim yaa. Nefes alamıyorum Mirzan öleceğim sanırım." dedi yüzünü buruştururken. Bir yandan da karnını ovalıyordu. Hakikaten komik görünüyor böyle yaparken.
"Hadi kül kedisi hadi. Kalk da gidelim gezelim biraz. Anca eritiriz yediklerimizi." Kaşlarını kaldırıp anlamamışcasına baktı ve öyle bakmaya devam etti. Hala bakmaya devam edince ayağa kaldırdım.
"Seni ben hareket ettirmezsem hiç bir şeyi başaramıyoruz sanki. Hı?" Çocuk gibi bakarak kafasını aşağı yukarı hızla salladı ve gülümseyerek cevap verdi.
"Sanki."
...
Bölüm kısa oldu ama bu kadar olabildi şimdilik. Daha önce de dediğim gibi sınav hazırlığındayım. Bu yüzden yazamıyorum. En kısa zamanda görüşmek üzere. Kendinize iyi bakın.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AL GÜZELİ
RomanceBirbirine benzeyen iki insan düşünün. Yaşayışları farklı ama çocuksu oluşları saf oluşlarıyla tesadüfen bir araya gelmiş iki insan. Birbirlerini bütün hale getirebilecek olan iki insan... İşte bu birbirinden farklı ama bir o kadar da aynı olan İkra...