Filmlerde hep sevdiğinin kollarında ölmenin en mutlu ölüm olduğunu görüyoruz. Bir insan neden sevdiğinin kollarında ölürken mutlu olsun ki?
Sevdiğin kişinin çaresiz, üzgün bakışlarına şahit oluyorsun ve bu son. Son kez onun kollarındasın. Bunu bilmenin yükünün üzerine sevdiğinin gözyaşları da değiyor tenine. Belki de bu nedenle ağırlaşıyor bedenin.
Yavaşça açıyorsun gözlerini. Onun mahvoluşu mu yoksa bulanıklaşan görüş alanın mı yoruyor seni, bilemiyorsun. Halbuki onu son kez ağlarken görmek istemiyorsun. Onun gözlerinde gördüğün, korku toprağına serpilen endişe suyunun beslediği bir avuç çaresizlikten başka bir şey değil.
Ağırlaşan bedenine aldırış etmeden kolunu kaldırıp onun gözlerinden akan yaşları temizliyorsun. Yüzüne inandırıcı bir gülümseme yerleştirip, ''Ağlama, ben şu an çok mutluyum. Bu en iyi ölüm.'' diyorsun. Kafanı yaslıyorsun onun bedenine. Son kez daralan göğüs kafesine karşı gelip onun kokusunu çekiyorsun içine. Derinlerde bir yerde saklıyorsun bu kokuyu. Her ihtiyaç duyduğunda kullanabilmeyi diliyorsun.
Üzerindeki halsizlik git gide kendisini belli ediyor. Artık zamanının geldiğini anlıyorsun. Son kez bir nefes alıyorsun ve bir daha hiç onun kollarında uyuyamayacağını bilerek dalıyorsun sonsuz bir uykuya.
21 gramlık ruhun sevdiğin kadında eksiklik yaratıyor. Fark ediyor senin gittiğini.
En son kaybediyorsun işitme duyunu ve kulaklarına gelen son ses onun çığlığı oluyor.
''BIRAKMA BENİ..''
Ve insanlar da bunu en mutlu ölüm olarak adlandırıyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HİSSİZLİK
Ficción GeneralOdanın tavanına bir intihar ipi asılmıştı, altında bir sandalye duruyordu. Ruhum benden izinsiz bir şekilde hayallerimin elinden tutup o sandalyenin üzerine çıkarttı ve tam da yok olmaya başladığı yerden geçirdi ipi umutlarımla süslü hayallerime. Bi...