2.'' Mezarlıklar''

88 17 2
                                    

-Multideki şarkıyla okumayı ihmal etmeyin.-

Yavaş yavaş ilerleyen taksinin camından yanından geçmekte olduğum upuzun mezarlığı izledim.

Her bir mezar taşının üzerinde tanımadığım insanların isimleri yazıyordu. Acaba çoğu insanın umursamadan geçtiği bu mezarların başında kim bilir ne kadar göz yaşı dökülmüştür, kaç pişmanlık dile gelmiştir?

Taksiciye müsait bir yerde inmem gerektiğini söylediğimde beni yolun sağ tarafındaki kaldırıma bıraktı.

Hava bugün oldukça ılıktı fakat sert bir rüzgar vardı. Genelde öğle saatlerinde gökyüzü mavi olurdu ama bu sefer griydi.

Birçok insanın 'ruh karartıcı' olarak adlandırdığı bu hava bana pek fazla etki etmiyordu. Ben zaten ruhu karanlık, soğuk bir kızdım.

İçimde her zaman rüzgarlar eser, fırtınalar kopardı. İşte bu nedenle ruh karartıcı havalar benim için hep iyi olmuştur.

Madem karanlık bir bataklığa saplanmıştım, o zaman ben boğulurken etrafımdaki insanların nefes aldıklarını görmek istemiyordum.

Bugün ki hava mezarlığa gitme isteği uyandırmıştı bende. Normal insanlar depresyonda olduklarında veya buna benzer olumsuz durumlar yaşadıklarında hep mutlu olmaya çalışırlardı. En sevdiği arkadaşlarıyla buluşur eğlenmeye çalışırlardı.

Kısaca, kendileri siyahken pembenin yanına gider, ona uyum sağlamaya çalışırlardı.

Ben ise onların tam tersi bir yapıya sahiptim. Siyahken siyahın yanına gider, onunla bir bütün olurdum. Asla kaçmazdım duygularımdan. En dibine kadar hissetmek isterdim. Bu nedenle bugün ölü gibi hissettiğim için bu mezarlığa gelmiştim.

Mezarlığın siyah demir kapısını açıp içeri girdim. Burası mükemmel bir yerdi. Burada zarar görmem imkansızdı. Ölüler değil diriler zarar verirdi çünkü.

Mezarlığın içinde kulağımdaki kulaklıklarla yavaşça ilerledim. Yanından geçtiğim her mezara dokundum. Amacım onları derinden hissetmekti.

Bütün mezarları inceledim. Aradığım mezarı bulana dek dolaştım. En sonunda onu buldum ve mezar taşının yanındaki kuru toprağa oturdum. Bu mezarı sırf bana benzediği için seçmiştim.

Üzerinde ''Zeynep Arslan, 1980-2000'' yazıyordu. Bu kişiyi tanımıyordum fakat 20 yaşında ölmüş olması dikkatimi çekmişti.

Onu seçme sebebim mezar taşının kuş dışkılarıyla, birçok yabani otla, kupkuru bir toprakla ve böceklerle dolu olmasıydı.

Bakımsız, unutulmuştu. Tahminen bu mezar en son 1 veya 2 yıl önce ziyaret edilmişti. ''Acaba mezarın içindeki de bunları hissedip üzülüyor mudur?'' diye geçirdim içimden.

Aslında benim de önümdeki mezarlıktan farkım yoktu. Yalnız, kırılmış, bakıma muhtaç ve unutulmuştum.

En başlarda bu duruma üzülüyordum fakat artık bir şey hissedemiyorum. Sanırım, hissede hissede hissizleşiyordu insan.

Bunları düşünürken gözlerimden ardı ardına akan yaşları fark ettim. Her birini tokatlarcasına sildim. Ağlamamalıydım, güçlüydüm ben.

Ben artık baş ucumda birilerinin oturup ağlamasını istiyordum, birileri beni özlesin istiyordum. Siz düşünün, vasiyet mektubum bile hazırdı. Mezarımın güneş görmeyen bir yerde olmasını istiyordum.

Oturduğum yerden kalktım, ayaklarımın ucunda duran mezara baktım. Yüzüme buruk bir gülümseme yerleştirip bir karar verdim.

Pes ettiğim, cesaret bulduğum, güneşli bir havada, bu mezarın başında intihar edecektim.

HİSSİZLİKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin