🍂
Annabelle üzerine gündelik elbiselerinden birisini geçirip nemli saçlarını sırtına attı ve aynada kendine baktı. Yanakları hala pembeydi, kendi kendine kızdı. O, kocasıydı. Saklanmasının manası var mıydı? Gözlerini kapatıp başını arkaya attı ve derin bir nefes aldı. Gözlerinin önünde beliren şey onun kalbini hem korkuyla hem de heyecanla hızlandırıyordu.
Silkindi ve odanın kapısına yöneldi. Kapıyı açtığında Lord Beast kapının önünde tırabzanlara yaslanmış onu bekliyordu. Odadan çıktığında başını kaldırıp alev alev yanan yeşil gözlerini ona çevirdi.
Başıyla içeriyi işaret ederken "Masaya otur," dedi ve karşılık beklemeden içeri girdi. Üzerine yürüyen Lord Beast'in iri bedeniyle içeri girmek mecburiyetinde kalmıştı. Lord gözleriyle masayı işaret ettiğinde Annabelle karşı gelmedi, masaya yürüdü.
"Otur," dedi. Annabelle dik dik bakarak deri kaplamalı sandalyeye oturdu. Lord Beast kağıdı, kalemi ve mürekkebi önüne koyup kalçalarını masaya yasladı "Madem güzel bir okuldan mezun oldun, hakkını ver," dedi iğneleyici tınısıyla.
Annabelle kalemi eline alırken "Bu sizi rahatsız mı ediyor?" diye sordu.
"Bu asi tavırların beni rahatsız ediyor,"
"Asi değilim, Lordum. Aksine, son derece uysalım. Siz doğru dili kullanmasını bilmiyorsunuz."
Lord Beast'in tek kaşı havalandığında Annabelle aradığı cesareti bulmuştu, kelimeleri onun üzerinde etkiliydi. Kendiyle gurur duydu. Lord Beast başını iki yana sallayarak bakışlarını önüne çevirdi "Söylediklerimi harfiyen yaz," dedi ve ezberinde olan kelimeleri birer birer sözlerine aktardı; Annabelle sözleri kaleminde çevirip kağıda harfi harfine yazdı.
Lord Beast mürekkebi kuruyan kağıtları alıp hızlıca göz gezdirdi ve başını takdirle salladı "Güzel," dedi ve ekledi: "Senden beklenmeyecek kadar güzel."
Annabelle ağzının içinden bir "Hıh," sesi çıkararak sandalyeden kalktı. Çevresindeki insanlar yazısıyla, özenli kelimeleriyle ve bilgisiyle onu takdir ederken Lord Beast öylesine bir şeyden bahseder gibi konuşuyordu. Annabelle duruşunu bozmadan Lord Beast'in yanından geçip kapıya yöneldi. Burnu havada gibi davranmak istemiyordu ancak sorun şuydu ki Lord Beast ona yeterince iyi davranmıyordu. Hak ettiği böyle bir muamele değildi.
Kapıya uzanmıştı ki Lord Beast bileğini kavrayıp ondan beklenmeyecek şekilde kibar davranarak kendine çevirdi "Sorun ne?" diye sordu. Sesi ne kibar ne de sertti. Olması gerektiği ölçüde sitem ve öfke barındırıyordu ancak fazla değildi.
Omuzlarını kaldırdı "Birbirimizi tanımamız gerekiyor, Lordum." dedi ve gülümseyerek cümlesine devam etti: "Siz benim arzuladığım Maximilian McMyers değilsiniz."
Lord Beast'in pek fazla cümlelerinin anlamını umursadığı yoktu "Tekrar adımı söyle," dedi. Annabelle burnunu kaldırdı ve kollarını dolgun göğüslerinin altında birleştirdi. Dudakları yapmak istemediğini haykırıyor gibi büzülmüştü. Lord Beast, Annabelle'in üzerine doğru bir adım attı "Hadi, benim güzel Leydim," diyerek cesaretlendirdi.
"Lordum, beni dinlemiyorsunuz."
"Dinlememi gerektirecek kelimeler söylemiyorsunuz, Leydim."
"Kibarlıktan payınıza düşeni almamışsınız anlaşılan," diye homurdandı ve Lord Beast'in yüzünü düşüren öfkeyle odanın kapısını açıp kendini dışarı attı. Topuklarını yere vura vura merdivenleri inip salondaki koltuğuna oturdu. Lord Beast bazen iyi bir adam olmaya yaklaşıyordu ancak bu özünde ne kadar odun olduğunu değiştirmiyordu. Düşes McMyers'a bir kez daha sinirlendi. Neden ona böylesine güzel mektuplar getirmişti ki sanki? Eğer en başından Lord Beast'in özünü görmesine izin verseydi asla onunla evlenmezdi.
Evet, neden getirdiği açıktı. Onunla evlenmesi için getirmişti ve lanet olsun ki saniyeler içerisinde Annabelle'nin ne istediğini bilecek kadar güçlü insan sarrafıydı.
Annabelle bir hanım efendiye yakışmayacak şekilde bacağını diğerinin üzerine atıp kollarını göğsünün altında birleştirip arkasına yaslandı. Küçük bir çocuğu aratmıyordu bu haliyle. Kendi kendine bugün yapması gerekenin bu olmadığını tartışıyordu. Değildi. Bugün yapması gereken gözünü dakikalardır rahatsız eden vazoyu şöminenin yanından alıp daha uygun bir yere koymaktı. Bir hanım efendi evi için bunu yapardı. Evini güzelleştirirdi. Annabelle neden yapmıyordu? Çünkü eşi, Lord Beast, canavarlığını konuşturuyordu.
Lord Beast mühürleyip kıvırdığı kağıtları silindir şeklindeki kutusunun içine koyup yatak odasından çıktı ve merdivenlere yöneldi. Merdivenleri inerken gözünün önünde Annabelle'in öfkeli yüzü belirdi, bu onu gülümsetmişti. Dudakları iki yana kıvrılırken kontrolsüz bir şekilde yüzünü sırıtış kapladı. Onu köşeye sıkıştırmanın hazzını biraz daha sürmek istiyordu. Annabelle zaten bir gün kıvrılarak kolunun altına girecek, ona sokulacaktı.
Kapıya yönelirken salonda, büyük koltuğa gömülmüş turuncu saçlarının tepesini gördü. Acelesi yoktu, onunla biraz daha oyalanabilirdi. Adımlarını çevirerek salona yöneldi. Annabbelle bir ayağını ritimsiz bir şekilde yere vururken gözlerini şöminenin yanındaki vazoya dikmişti. Onu fark ettiğinde göz ucuyla baktı ve aynı saniyede ayağını yere vurmayı kesip bacağını diğerinin üzerinden indirip sırtını dikleştirdi.
"Lord Yalan sizi geriyor mu, Leydim?" diye sordu önünden geçip koltukta hemen yanına otururken.
Annabelle kollarını göğsünün altından birleştirdikten sonra kaşlarını çatarak ona döndü "Hep mi böyle yapacaksınız?" diye sordu.
Lord Beast dudaklarını büktü "Ne yapacağım?" diye sordu.
"Sürekli bana saldırmak istiyor gibi bir haliniz var,"
"Saldırmıyorum, Annabelle. Sen çok ürkeksin."
"Hayır, siz gerçekten saldırıyorsunuz ve ben bundan korkuyorum."
Lord Beast işaret parmağıyla burnuna dokunup koltukta vücudu Annabelle'ye dönük oturup kolunu koltuğun işlemeli arkalığına koydu. Parmakları koltuğun bordo minderi üzerinde gezinirken yüzünün yaralı tarafını Annabelle çevirdi "Bu mu seni korkutuyor?" diye sordu. Yara izi... Ah, kesinlikler hayatı boyunca yaptığı en aptalca şeyin eseri ve aynı zamanda en büyük dersiydi. Yara izini saklamak istemezdi, izin insanlar üzerindeki etkisini biliyordu. Başta ürperiyorlardı ve sonrasında konuşurken adımlarını doğru atıyor, kelimelerini özenle seçiyorlardı. Bu, ona rahatsızlık veriyordu ancak Annabelle ile bu rahatsızlığı hissetmemişti. Annabelle gözlerini dikip yara izine bakmıyor, yüzü tiksintiyle buruşmuyordu. O yüzünü açıp gözüne sokarken bile yüzünün bir kez olsun tiksintiyle buruştuğuna tanık olmamıştı.
"Hayır," dedi Annebelle soluklanmaya benzer sesiyle. Uzanıp Lord Beast'in çenesini tutarak kendine çevirdi. Gözlerini yeşil gözlerine dikmiş, pencereden yansıyan ışıltıları izlerken dudakları istemsiz aralanmıştı. Diliyle dudaklarını ıslattı "Beni korkutan gözleriniz," dedi.
Lord Beast başını eğerek çenesini Annabelle'in narin parmaklarından kurtararak ayağa kalktı "Bu gece Dük McMyers'ın yemek davetine gideceğiz. İki saate gelirim, geldiğimde hazır olmanı istiyorum," dedi ve Annabelle'i orada şaşkın haliyle ve soru işaretleriyle bırakıp salondan çıktı.
Lord Beast daha öncesinde onlarca kadınla birlikte olmuş, hatta sevmişti ancak hiçbirisi Annabelle gibi değildi. Farklıydı. Tek farklı gözlerini yara izine dikip acıyarak ya da tiksinerek bakıyor oluşu değildi. O, yara izini onun bir parçası olarak kabullenmişti, Lordun reddetmesine rağmen.
Bu, Lord Beast'in göğsünü ısıtıyordu.
Selamlar! Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen. Yeniyim ve biraz da sizin yönlendirmelerinize ihtiyacım var :) İyi geceler!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Annabelle & the Beast | Kraliyet Düşmanları Serisi - 1
Historical FictionLord Beast hakkında onlarca şey duymuştum ancak güzel sözleri her seferinde beni cezbetmiş, hayallerimde mükemmelleşmişti. Onun mükemmelle alakası yoktu. O kusurluydu. Annabelle romantik beklentiler içerisinde mektuplaşmaktan ileriye gitmedi Lord...