Annabelle susuzluktan kuruyan dudaklarını çöl kadar kuru ve pürüzlü diliyle ıslatmaya çabalayarak başını geri attı ve genzine takılı kalan çığlığı havayla karıştırdı. Karnındaki kramplar, yabancı ellerin karnına bastırması ve boğazına takılan yumruyla dişlerini birbirine karışarak var gücüyle içindeki yeni hayatı dünyaya, kocasının ellerine sunmak için çabaladı.
Rahatlama hissi vücudunu kaplarken bacaklarının arasındaki acı evladının zafer hıçkırıklarıyla tamamen huzura bıraktı. Ebe kadın alnındaki terleri silerken birkaç damla kan alnında iki çizgi halinde silik izler bırakmıştı. Kollarının arasındaki bebeği Annabelle'e uzatırken "Erkek," dedi.
Annabelle'nin yüzüne hafif bir tebessüm konmuştu. Vücudu titreme dalgasına kapılmadan hemen önce kollarını bebeğine uzatıp göğsüne çekti. Buruşuk yüzü, kanlı teni ve dişsiz ağzıyla öylesine güzeldi ki Annabelle'in gözlerinden birkaç damla ondan izinsizce süzüldü.
"Öylesine güzelsin ki oğlum," diye fısıldadı.
Kadın Annabelle'in bacaklarının arasına yaptığı tamponu alırken yüzü gerildi. Annabelle'in bacaklarının titrediğini görebiliyordu. Kimseyi paniğe vermemeye çalışarak uzanıp yeni bir tampon bastırdı bacaklarının arasına.
Huzuru bastıran titreme dalgası Annabelle'i sararken gözleri endişeyle açılarak bacaklarının arasından ona bakan kadına döndü. Yüzünde, gözlerinde parlayan nice özür artık onu kurtaramazdı. Yutkundu ve bebeği sadık yardımcısının ellerine uzattı.
"Adı..." diye mırıldandı. Devam edemiyordu. Çenesi hırsla birbirine çarpıyor, dişlerini kırılmaya zorluyordu adeta. Annesi panikle yerinden sıçrayarak kızının yanına geldi.
Korkuyla çıkan tiz sesiyle "Neler oluyor?" diye sordu.
"Kanaması durmuyor," dedi kadın.
"Kahretsin, bir şeyler yapın!" diye bağırsa da kızının gözleri tamamen geriye kaymış, titreyen vücudu taş gibi kaskatı kesilmişti.
***
Annabelle evde yaşam ile ölüm arasındaki uçurumda bir sağa bir sola yalpalarken şehre giren atlılar kederden ziyade günlerdir çürümekte olan cesedin leş kokusuyla harap olmuşlardı. Taşlı yolu geçip sarayın önüne geldiklerinde etrafı hendeklerle çevrili kapısı zincirlerin çıkardığı sürtünme sesiyle sertçe toprağa kondu. Bir gün öncesinden yağmur yağdığından nemli topraktan tek bir toz bile kalkmadı.
Atlılar, en önde şövalyeleri olmak suretiyle eşsiz zaferini kutlayamadan kederle köprüyü geçip sarayın avlusuna girdiler. Saray halkı çoktan meraklı gözlerle toplanmış, cesedin leş kokusunu alanlar tülbentleriyle, önlükleriyle ağız ve burun kısmını kapatıp ürkek bakışlarla askerleri izliyorlardı. Şövalye atından indi.
Kral başı dik bir halde balkondan bakarken şövalye ve askerler dizlerinin üzerine çökerek kralı selamladı.
"Ayağa kalkabilirsiniz Şövalye Beast," dedi.
Şövalye Beast zaferin getirdiği gururla ayağa kalkıp göğsünü şişirirken kralın oğlunu öldürdüğü için zerre pişmanlık duymuyordu. Zaten hiç kimse onun öldürdüğünü de bilmiyordu. O gün, veliaht onu yaraladığında herkes öldüğünü düşünmüştü. Zevki sonuna kadar tatmak isteyen veliaht onu yakmak için ormanlığa çektiğinde ise onun işini orada halletmiş, askerlere düşman saldırısına uğradıklarını söyleyerek risk alarak karşı atakta bulunmuşlardı. Şövalye Beast askerlerin ve halkın güvenini kazanmış bir adamdı, kimse onu sorgulamadı, sorgulamaya cesaret edemedi.
"Kaybımız büyük ancak onurlu. Veliahtımız düşmanın kalleşçe saldırısında Tanrı'nın ve İsa'nın huzuruna yükseldi," dedi.
Kral onurla başını kaldırarak "Bana zafer getirdiniz, vatanın her karışı oğlumdan daha değerli," dedi.
Uzunca bir yas sessizliğinden sonra Şövalye Beast yorgun atına binerek son bir kez daha dört nala koştu. Evine, doğumu yaklaşmış hatta belki de çoktan doğurmuş eşine doğru koşuyordu. Yol, gittikçe uzarken, hiç bitmeyecek gibi gelirken evin demir kapıları göründü. Atından indi ve soluklanmaksızın içeri daldı. Hizmetkarlar şaşkınlıkla şövalyeyi karşıladı.
"Hoş geldiniz Efendim"ler havada uçuşurken "Annabelle nerede?" diye sordu. Yarım yamalak tarifi dinleyerek üst kata çıktığında kapının önünde endişeli yüzler gördü. Hiç kimseye, hiçbir şey sormadan direkt odaya girdi.
Gördüğü manzara korkunçtu. Annabelle'in annesi, kendi annesi gözyaşları içinde, hizmetkarlar boynu büküktü. Annabelle'in başucundaki kadın metanetini koruyarak kanla kaplı örtünün içindeki bebeği pışpışlarken Annabelle başı tavana bakıyor halde, vücudu insanlığa aykırı bir pozisyonda yatıyordu.
Kadının yanına doğru yürürken Annabelle'in boş bakışları, terli saçları ve soluk yüzü kollarının külçe gibi ağırlaşmasına sebep oldu. Uzanıp kadının kolları arasından oğlunu aldı ve Annabelle'in yanına oturdu.
"Andrew," diye fısıldadı ve uzanıp Annabelle'in saçlarını öptü. Ona bir hayat bahşeden karısı, kısacık birlikteliklerinin ardından gözlerini dünyaya kapatmıştı.
Şövalye Beast oğlunun kapalı gözlerine ve huzurlu yüzüne bakarken "Andrew, anneni üzme," dedi.
Aa... Ne söyleyeceğimi bilmiyorum. İlk kez bir yerde bir şeyler yayımlıyorum, ilk kez final yazıyorum... Amatörce, beceriksizce... Elimden bu kadarı geldi. Umarım hikayeyi genel anlamda beğenmişsinizdir, bana olan desteğiniz ve cesaretlendirmeniz olmasa asla 35 bölüm yazamazdım ya da bir yerlerde yayımlama cesaretini kendimde bulamazdım. Siz beni cesaretlendirdiniz, ilham verdiniz. Ve o ilhamı okul aldı ama neyse bu konuya girmiyoruz. Benimle birlikte bu yolda yürüdüğünüz için minnettarım. Her şey için ayrı ayrı teşekkür ederim.
Kalemimi sevdiyseniz ve daha fazla şey okumak isterseniz diğer çalışmalarım olan EFLATUN(Romantizm) ve KUPA KIZI(Tarihi Kurgu)'na bakabilirsiniz. Yaz, yani benim mevsimim yaklaşıyor. Bol bol miskinleşip, bol bol yazacağım.
İleride görüşmek üzere, her şey için teşekkürler!
Varja
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Annabelle & the Beast | Kraliyet Düşmanları Serisi - 1
Historical FictionLord Beast hakkında onlarca şey duymuştum ancak güzel sözleri her seferinde beni cezbetmiş, hayallerimde mükemmelleşmişti. Onun mükemmelle alakası yoktu. O kusurluydu. Annabelle romantik beklentiler içerisinde mektuplaşmaktan ileriye gitmedi Lord...