NİHAYET

49 3 0
                                    

Şu kısacık hayatım içerisinde öğrendiğim bir şey varsa o da ölümün sadece bedenen olmayışıdır.
Çünkü çok kereler bir insanın ruhunun nasıl öldüğüne tanık oldum. Bu; bedenin ölümü gibi sesli olmuyor, tam aksine tüm o acıya rağmen sessizce ve kıvranmana izin bile vermeden can çekiştirerek acımazsızca öldürüyor.

Tabi bu en basit açıklaması... Yani her yenilgide böyle olmuyor çünkü ruhu öldüren bir çok şey var ve ben neredeyse bunların hepsini yaşadım ve yaşattım. Bazen de sadece karşıdan izlemekle yetindim. Ama şu an daha önce asla başıma gelmeyen bir anın içindeydim ve ben ne yapacağımı bilmeden bu âna sıkışıp kalmıştım. Sıkıştığım bu yerden çıkamamamın sebebiyse Doruk'tu...

Demin dediğim gibi hayatta başıma çok fazla şey gelmişti ve çok fazla acı çekmiştim ama bunları yaşarken hep yalnızdım ben. Kabuğumun içinde yıllarca yaralarımı saklar ya da o yaralar hiç oluşmamış gibi kendimi kandırırdım.
Ve bazen de mağlup düşer, acizliğimin bedelini ruhumdan bir parça daha kaybederek öderdim.

Fakat sonuç her ne olursa olsun, her savaşımı o yıkık dökük, virane fil dişi kalemde tek başıma verirdim. Binlerce hasar almasına rağmen şimdiye kadar oraya kimse girememiş, ben de buna asla izin vermemiştim. Çünkü orası Sürtük'ün bile olmadığı, bana ait olan tek yerdi. Orası, öldürdüğüm her parçamın cesediyle bezeli bir mezarlık gibiydi, bir başkası için hayal bile edemeyeceği kadar korkunç bir yerdi belki ancak benim için, cennetin ve huzurun ta kendisiydi.

Takî Doruk beni yakalayıncaya kadar...

Şu an karşımda öfkeyle kasılmış bir hâlde duran adam, o fildişi kalemin surlarında bir boşluk bulmuş ve oradan elimde tek kalan şeye, yalnızlığıma gömdüğüm acılara zarar vermişti. Onları tekrar gün yüzüne çıkarmış, benim yüzüne bile bakmayıp yokmuş gibi devam ettiğim anıları yüzüme fırlatmıştı.

Daha fazla bakamadım ona, bakamazdım zaten.

Küçüklüğümden beri hep böyleydi bu; kızdığım kişinin gözlerine en sert en dik şekilde bakar, onu gözlerimle yerle bir ederdim. Ancak kırıldığım kişinin gözlerine bir daha asla bakamazdım. O kişinin gözlerine baktığımda sanki bende bıraktığı hasarı görecekmiş gibi korkardım. Bir de....

-Birde'si yok! Bu kadar işte.

Yutkundum. Doğru, bunun birde'si falan yoktu.

Kollarımı kendime doladım, çoktan yere yıkılmış olmam gerekirken hâlâ ayakta duruyordum çünkü bedenim bana işkence etmek ister gibi inatla direniyordu.

-Ne çok isterdin değil mi şurada canını verivermeyi...

Hem de o kadar çok isterdim ki...

İsterdim çünkü kurtuluşum olurdu belki ölmek;
Sorulardan,
Cevaplardan,
Günahlardan,
Yaşanmış ve yaşanacak olan her çarpışmadan...

Ama kaçışım yoktu.
Doruk beni oyuna getirmiş, öğrenmemesi gereken bir şeyi öğrenmişti.

Ve bununla yetinmeyecekti. Gardımın en zayıf olduğu yerden saldırmaya devam edecekti.

Buna izin vermemeliydim. Daha önce kimse benim hakkımda tek bir şey bile bilmezken Doruk...
Doruk'un bu kadar büyük bir sırrı öğrenmesi benim hatamdı.

Hatamı düzeltmek için artık çok geçti ama daha fazlasına izin vermeyerek onu engelleyebilirdim.

Kalbimin göğüs kafesime yaptığı baskıyı yok sayarak yüzüne bakmayı başardım.
Öfkeden dolayı boynundaki damarlar patlayacak gibi şişmiş, yumrukları sıkmaktan bembeyaz olmuştu.

KAYIPHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin