2007 yılının bir okul sonrası akşamı.
Ocak sanırım, aylardan ocak. Kar yağmıyor, havada kuru bir kar soğuğu var. Otobüsten inmek istemiyorum bu yüzden fakat mecburen iniyorum, kucaklıyor montumun altından bacaklarımı soğuk. Kollarımı bedenime siper etmiş yürüyorum bayır yukarı, rüzgâr estikçe zorlanıyorum adım atmakta. Ruhumda savrulmuşluğun pervasızlığını taşıyorum, hava karanlık ve yıldızlar parlamıyor. Lacivert renkli montum karanlıkta soluk rengini belli ediyor, elyafları incelmiş yıkandıkça. Soğuk sadece kalın çorabın sardığı bacaklarımda değil, ruhumu indirmiş kamçısını. Hislerimden sıyrılmış gibiyim, ruhumu hâlâ zamanın gece yarısı olduğu bir metro istasyonunda bıraktım çünkü.
Sokak lambasından anlamsız bir cızırtı yükseliyor, bir korku filminin içindeymiş gibi hissediyorum ve gülüyorum kendime. Hava hepten kararmakta, hepten çökmekte karamsarlık dünyaya. İçi boş hislerimi kızaran burnumdan soluduğum keskin havayla doldurmak istedikçe yanıyor genzim, lamba son bir gayretle yeniden yanı sönüyor. Ebeden sönüyor.
Kötülüğe davet...
Hızlanan adımlarımın sesine karışan bir nefes sesini duyuyorum. "Demek buradasın," diyor zebellah, "Demek geldin." Nefesinin katran kokusu yıldızsız gökyüzünde cereyan ediyor. Titriyorum. Soğuktan titremeyen bedenim titriyor tenime yapışan aciziyetle.
Adımlarım katilimden kurtulmak için hızlanıyor, bacaklarımda amansız bir yanma hissi... Bağırmak istiyorum fakat oluk oluk hava doluyor boğazıma: Sesim çıkmıyor, bağıramıyorum. Ama koşabiliyorum, koşabiliyorken çabalıyorum kaçmak için.
Çantamı kavrıyor kirli bir el, yere düşerce sürükleniyor adımlarım. Bu kez bağıramamak için daha geçerli sebeplerim var, irin kokan bir el kapıyor ağzımı. Bu el yüzümün yarısı kadar büyük. Ellerimle ağzımı kapayan pisliği çekmek istiyorum fakat bir diğer eli hissediyorum bacaklarımda, montum ne ara sıyrılıyor yukarı?
Bedenim kaskatı.
Zihnim çığlık çığlığa.
"Beni hatırladın mı?" diye soruyor zebellah, ismi Bay M. Kinini kuşanan Bay M.
Zehir dolu bir damla yaş süzülüyor gözlerimden eline doğru, gülüyor. Ağlamam onu tatmin ediyor. Ağlamamalıyım ama yapamıyorum. Eli bacak aramda, ne yukarı tırmanıyor ne de aşağı iniyor ancak olduğu yerde de durmuyor. Bacak aramda bir acı. Güçsüz bir hırsla çırpınıyorum. Elinin üstündeki elimi çekip saçlarına asılıyorum, tırnaklarım yüzüne batıyor. Bir haykırış yükseliyor boğazımdan, eline çarpınca kendi sesimi yutuyorum. Bir kez daha hırsa tutunup basıyorum ayağına, gevşeyen kollarının fırsatını kolluyorum; özgürüm. Koşmaya çalışıyorum yeniden.
Saçlarımın arasında bir el.
Beni tutuyor, çekiyor.
Yüzümde ani bir acı, dudağımın kenarı sızlıyor.
Bir iz. Acı dolu bir iz. Ölümün, öldürememişliğinin izi. Zebellahın zehirli kırbacının izi.
Sokaklara doluyor insanlar. Bir kadının çığlığı, bedenimi bırakan eller, koşuşturmaca...
Yere düşüyorum. Yaşlar da benimle beraber düşüyor.
"Kızım iyi misin?"
Kızınız iyi değil, diyemiyorum. Konuşacak kelimelerim kayıp.
Bir iki saatin sonrasında tutanak tutulup ifade verildikten hemen sonra evdeyim, sıcsk suyun altında. Annem, kapalı banyo kapısının hemen önünde bekliyor. Babamın yüzünde bir hayal kırıklığı gördüm, utanç vardı. Lekeli bedenimden utandığım kadar utanıyor muydu benden?
Hıçkırıklarımı yutuyorum ve titreyen ellerime alıyorum babamın tıraş kutusunu. Biliyorum, burada bir jilet var. Ben almıştım. Zaten, parmak uçlarımda hissediyorum o keskinliği. Gülüyorum kendime. Kimse benden, benim kendimden utandığım kadar utanamaz ki!
Jileti bileğime bastırıp yatay bir çizik atıyorum acıyla dudaklarımı ısırarak. Bilmiyorum o zamanlar, bunun öldürme riskinin az olduğunu. Ama ölmek istiyorum. Babamı bu utançtan kurtarmak istiyorum ve kimse gelmesin istiyorum cenazeme, ağlamasınlar. Utanmasınlar.
Ben, diğer kızlardan herhangi biriyim ancak onlar, ben değil. Babasının utandığı kızım ben, şimdi kanımın kızıllığına boyuyorum bedenimi. Onlar utanmasınlar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Bedenin Haritası
ContoSevişti bir bakir ile bakire. Erkeğe milli dediler, kadına fahişe. -C. Süreya "Benim bedenim, benim kararlarım!" diye bağırmak istedi...