Ölümün öteki yüzü.

2K 194 20
                                    

2008 yılına ait herhangi bir yaz günü.

Hayatım her şekilde tepetaklak olmuştu. Geceleri uyuyamıyor, sabahları rahat edemiyordum; akşam dışarı çıkmıyor ve dahası babamın yüzüne bakamıyordum. O, beş paralık olan itibarını düşünedursun ben her gün biraz daha geberiyordum düşüncelerimin kanlı parmakları arasında. Zihnimdeki silinmesi imkansız anların karaltısı çökmüştü göz altlarımda, ruhumun derin yaraları yüzüme kırışıklık olarak oturmuştu. Kaç yaşındaydım? Hayır, doğru soru sahiden yaşayıp yaşamadığımı irdeletiyordu ve aslına bakarsak ölmeyi bile becerememiştim. İnatla yaşamıyordum, babamı daha fazla utandırmamak içindi bu nefes alışlarım. Arada kalan bir yıl muallaktaydı, nasıl atlatmıştım? Atlatabilmiş miydim? Doktor hâlâ "bakire" olduğumun haberini verince aileme, yüzlerindeki rahatlamışlık hissinden tiksinmiştim ve sırf bu yüzdendir ki psikolojik destek almayı reddettim. Kâbuslara açılan gecelerin soğuk pençelerindeki topraklara ekmiştim korku denilen illetin tohumunu. Günün güneşi ve gözlerimin yağmurları o tohumu besleyerek filizlendirmişti, kâbuslar bir sarmaşık gibi sarmıştı boğazımı ancak yine de ölememiştim.

Sokakların insan müsveddeleriyle dolu kaldırımlarında bir öğlen vakti yürürken bile korku, bacaklarıma sarılıyordu. Başım öne eğik ilerliyordum kalabalık otobüs durağına, sanki başımı kaldırsam öğreneceklerdi başıma gelenleri; sanki alnımda yazıyordu taciz (!) edildiğim. Gerçi hoş, bu taciz mevzusuna inatla karşı çıkıyordum: Bu taciz değil, tecavüzdü! Hâlâ kız olmam, hatta halk dilinde patlak olmamam, sağlam olmam belirlemezdi bunu. İçimden avaz avaz bağırıyordum tecavüze uğradığımı, dilim susuyordu. Dilim, kendine yakıştırmıyordu bu katliamı. Ruhum mu pis kadındı?

Otobüs durağının yanında duruyordum, hava olabildiğine aydınlık ve yakabildiğine sıcaktı. Cehennem, diyordu babam, cehennem daha sıcak. Cehennem benim zihnimin içindeydi oysa, bilmiyordu ki! Babamın cehennemindeki zebaniler geziyordu zihnimde, her milime irinli ayak izlerini bırakıp yürümeye devam ediyorlardı. Eğer şeytanlar da ibadet ediyor, ayin yapıyorsa zihnimden yükselen ilahiler de onlara aitti. Ve öyle bir vadiydi ki zihnim, alevler kanımın zehriyle harmanlanıyordu. Bu ölmekten daha beterdi. On beş yaşında bir kız için, kesinlikle ölmek daha iyimser kalıyordu.

Kulaklarıma ulaşan sesle başımı kaldırdım, etrafı taradı gözlerim; burnuma pis bir koku doluyordu. İki adım sağımda, şortu kalçalarını zor örten ve uzun bacakları göz önünde olan güzel bir kız duruyordu. Benimse eteğim, kısa değildi ama uzun da sayılmazdı; diz kapaklarımın başlangıcından beş parmak kadar yukarıda biten eteğim efil efildi. Sahi, bu ses ve koku da neydi? Bir kez daha etrafı taradığımda gördüm. Babam yaşlarınsa bir adamı gördüm. Aba yeleğini sol koluna asmış, iki insanlık mesafe solumda duran adamın sağ eli yeleğinin altında kalıyordu. Elinde bir şey vardı, eli hareket halindeydi.

Çığlık atmak için araladığım dudaklarımdan süzülen boş hava, burnuma dolan keskin koku... Midem çalkalanmış, boğazıma safra yükselmişti. Elimle ağzımı kapayarak birkaç metre ilerideki altgeçite doğru koşmaya başladım, bacaklarım titriyordu, öğürüyordum. İnsanlar benden kaçıyordu. Hayır, diye bağırmak istedim, ben tehlikesizim; o adamdan kaçın! Bağıramadım. Kaçarca koştum. Merdivenler ayaklarımın altından kayıyor, kimi zaman düşecek gibi yalpalıyordum. İtip çarptığım insanlar bana öfkeyle bağırıyordu ama ben bağıramıyordum. Umumi tuvaletin kapısını itip açtığımda genzimi yakan keskin idrar kokusu işleri daha da zorlaştırdı. Kasıldım. Midem çalkalandı. Öğürdüm. Nihayetinde kustum katranı. Katran... Safra değildi midemdeki, katrandı. Zihnimin cehennemine meze olandı.

Ölümün öteki yüzünü görmüşken hayatta kalabilmek için çabalamadım. Ben sadece on beş yaşında bir kızdım. Ölümle yanmış, kavrulmuş ama yok olamamıştım.

Bir Bedenin HaritasıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin