Bölüm 10 (Part 2) "Tahta Masa!"

2.7K 186 122
                                    

Düzenlenmiş bölümün içinde yeni bölüm gibi bir şey var arkadaşlar. Bir önceki bölümü düzenledim, yeni kısımlar ekledim. lütfen ona da bakın. Eğer düzenlenmiş kısımları okumak istemiyorsanız bu bölümün sonunda okumadığınız yerler var.

Kalınlaştırarak yazacağım o kısmı, uğraşmamanız için. Yorumlarınızı bekliyorum.

Öne doğru itildiğimde dengemi sağlayamadan yere dizlerim üzerine düşmüştüm. Getirildiğimiz yer, uzaktan izlediğimiz ve benim, getirilmekten çok korktuğum kaleydi... Yol boyunca, şehrin yollarında itekleyerek yürütülmüş ardından kalenin içine girmiştik. Beklediğim gibiydi, kale çok büyüktü. Ve aynı evleri gibi yüksek tavanlıydı. Eniâlis bile o ilahi boyuyla tavana yetişemiyordu. Şu an bulunduğumuz yer büyük salon gibi bir yerdi. Tavanı kubbe şeklindeydi ve duvarlar koyu kahverengiydi. Sol tarafımız boydan boya işlemeliydi. Bir sürü renkten oluşan taşlardan anlamlandıramadığım şekiller oluşturmuşlardı. Bir üçgen içinde bir daire ve onların içinden geçen bir balta...

Ağır bir karamsarlık hâkimdi odaya. Koca bir amfi sınıfının iki katı kadar olan salonda sağ tarafta balkona açılan kocaman bir kapı vardı.

Kralın tahtı da yine odaya uyumlu olarak koyu kahverengiydi. Sırt dayanma kısmında, yakut, zümrüt ve safir adeta dans ediyordu. Ortada büyük bir yakut, etrafında küçük zümrüt ve safirler. Kırmızı yeşil ve maviye hükmediyordu sanki. Tahtın hemen arkasında büyük bir pencere vardı. Camsızdı. Perdeleri de yine ağır taş işlemeliydi. Bu sefer sadece kırmızı yakutlarla bezenmişti. Minik minik taşlar her yerini kaplıyordu siyah perdenin. Sağ tarafımızda ağaç gövdesinden uzun bir masa vardı. Ve tahtadan sandalyeler... Bizi öldürme kararını burada mı alacaklardı? Ya da hiç karar almadan, üstünde bir saniye bile düşünmeden bizi direk öldürecekler miydi?

Eniâlis, ona dayatıldığı üzere dizlerinin üstünde durmamak için çabalıyordu.

"Bir Elf asla diz çökmez!"

Bağırışı, bizi getirdikleri geniş salonda yankılanırken cüceler hiç etkilenmiş gibi değildi.

"İstersen kafanı bedeninden ayıralım da canlı bir Elf olarak diz çökme. Ölü olarak çöktürürüz biz seni."

"Aa beyler, beyler... Siz zahmet etmeyin ben kendim çökerim."

Yanıma diz çöken Eniâlis'e öyle bir bakış fırlattım ki, ne demek istediğimi anında anlamıştı.

'Sen gördüğüm en dönek herifsin.'

Çok geçmeden karşımızda duran koca, ihtişamlı taht dolmuştu. Üstündeki zırhın ağırlığından olsa gerek -ki kendisi kadar demir bir zırh vardı üzerinde - paytak paytak yürüyen küçük biri tahta oturdu. Yaşlı bir cüceydi. Saçı sakalı ağarmış, bir gözü kaymıştı. Sanırım kayan gözü toprağa bakıyordu.

"Atın zindana!"

Ha! Kimsiniz, ne istiyorsunuz, kim gönderdi sizi faslı yok muydu yani? Kollarımızdan kaldırılıp itilmeye başlandık anında.

"Silahlarımızı çaldınız!"

Elfin bağırışını umursamadı tahtta ki cüce. Onun yerine bizi baltasının keskin ucuyla hareket ettiren muhafız cüce konuştu.

"Biz her zaman birilerinden bir şeyler çalarız!"

Çıkarılmadan önce bir kez de ben şansımı denemeye karar verdim.

"Yüce cücük aman cüce hazretleri... Bir açıklasaydık..."

***

Üstümüze kapatılan kapının zincirlenmesi ve itinayla kilitlenmesi saniyeler almıştı. Bizi bir kömür kadar kara olan taştan duvarlara sahip bir zindana kapatmışlardı. İçerisi hiç güneş ışığı almadığından soğuk ve havasızdı. Dışarıdaki koridora asılan meşale aydınlatıyordu içerisini. Sadece zindanın kapıya yakın kısmını aydınlatsa da buna da şükür ediyordum. Birkaç metrekarelik küçük bir yerdi. Işık yüzünden tamamen karanlığa gömülmüş arka kısmında ne vardı hiç bilmiyordum, bilmek bile istemiyordum. Ellerim, on santimlik arayla dizilmiş, siyah, soğuk demirdeyken onlara bağırmıştım yine. Ve tabii ki umursanmamıştım.

Elf İmparatorluğu; Kusurlu TopraklarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin