Gecenin karanlığına gözlerimi açtığımda vücudum terden sırılsıklam olmuştu. Bir süre boş gözlerle tavana baktıktan sonra tek elimle alnıma yapışan saçlarımı geri çektim. Bir rüya görmüştüm, bana huzursuzluk veren bir rüya hem de. Fakat en ufak bir detay dahi hatırlamıyordum.
Yerimde huzursuzca kıpırdanarak bakışlarımı tavandan ayırdım ve komodinin üzerinde duran su şişesine ulaşmak için güçsüz bir hamle yaptım. Çok geçmeden şişenin zeminde yarattığı tok ses kulaklarımı tırmaladı ve biraz olsun kendime gelir gibi oldum. Halı sayesinde kırılmamıştı ama odada bir yerlere yuvarlandığından emin olmuştum.
Derin bir nefes alarak iki elimden destek aldım ve doğruldum. Hava biraz olsun aydınlanıyor gibiydi ama hala odayı net bir şekilde göremiyordum. Bu kez daha dikkatli olmaya özen göstererek yavaşça başucu lambasına uzandım ve odanın hafifçe aydınlanmasıyla istemsizce gözlerimi kıstım. Şişeyi düştüğü yerden aldıktan sonra kapağını açtım ve beklemeden tepeme diktim. Bir türlü bunalmışlık hissinden kurtulamadığımı fark ettiğimdeyse sessiz adımlarla odamın minik balkonuna çıktım.
Dışarıya göz gezdirdiğimde içim titrer gibi oldu. Şaka değildi, Berlin'deydim. Babamın yanındaydım.
Her şey o kadar hızlı gelişmişti ki birden kendimi burada buluvermiştim. Çağrı'nın İstanbul'dan ayrılışı, okulların kapanması derken neredeyse temmuz ayına gelmiştik. Ve ben kararımı çoktan vermiştim. Ailemi tanımak, onlara bu şansı vermek zorundaydım.
En problemli kısmı Bulut olmuştu. Nedense bir ailem olması fikrine ısınamamıştı. Sanırım beni kimseyle paylaşmak istemiyordu. Eski Pelin olsam onu dinler, hiç gelmezdim Berlin'e. Tüm hayatım ona odaklıydı çünkü. Fakat artık değişmiştim ve Bulut bu durumdan pek memnun değildi. Kendi kararlarımı kendim veriyor, daha mantıklı düşünüyor, kimsenin irademi elimden almasına izin vermiyordum. Bu süreç Çağrı'nın hayatıma girmesiyle başlamıştı ve hala devam ediyordu.
Odamın kapısının çalındığını duyduğumda odaya geri döndüm. Gözüm duvar saatine takıldı, henüz sabahın dört buçuğuydu. Bu saatte kimse uyanık olamayacağına göre biri muhtemelen yaptığım gürültüye uyanmıştı. Yutkunarak kapıyı açtığımda uykulu kahverengi bakışlar buldum karşımda.
"Her şey yolunda mı?" dediğinde kapıyı biraz daha açıp içeri girmesi için bir işaret yaptım.
"Evet" dedim Çağrı'nın içeri girip balkona doğru yürümesini izlerken. "Yanlışlıkla şişeyi devirdim de"
Bir süre sessiz kaldı. Sokaktan yansıyan ışıklar yüzüne vuruyordu.
"Nasıl hissediyorsun?" dediğinde bakışlarını bana çevirdi. Üstü kapalı ve genel bir soruydu ama sormak istediği şeyi net bir şekilde anlamıştım.
"Babamla tanıştığımdan beri kendimi daha iyi hissediyorum. Gerçekten benimle ilgileniyor, bunu görebiliyorum ve ben de onu daha yakından tanımak istiyorum. Fakat zamana ihtiyacım var, anlıyorsun değil mi?"
Sessizce kafasını salladı ve tekrardan bakışlarını sokağa çevirdi. Ne anlatsam dinleyecek gibiydi.
"Bulut birkaç gün sonra Berlin'e geliyor" dedim düz bir sesle. Zaten biliyordu, o yüzden bir şey söylemedi. Ben de sessizliğinden cesaret alarak devam ettim. "Yazın burada kalacak. Beni İstanbul'a dönme konusunda ikna etmeye kararlı."
Hafiften gülümser gibi oldu ama bana bakmadı. Hala dışarıyı izliyordu.
"Sen ne istiyorsun peki?" dediğinde yavaşça bana döndü. Gözlerimin içine bakmakla kalmıyor sanki en derinleri görebiliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mum Işığı 2 : Berlin
JugendliteraturMum Işığı serisinin ikinci kitabıdır. Çağrı ile geçmişini öğrenen Pelin için gerçek kimliğiyle yüzleşme zamanı gelmiştir. Ve elbette bu yüzleşme bir seçimi de beraberinde getirmektedir: gitmek ya da kalmak. Çağrı'nın yokluğuyla Pelin eski savunmas...