Özdemir Asaf; Yalnızlık Paylaşılmaz kitabında, Yalnızlığın Durumları şiirinin 10. kıtasında der ki;
"Yalnız'lığın odasında
İkinci bir yalnızlıktır
Ayna."Okuyan her insana göre farklı yorumlanmıştır bu kıta. Farklı duygular benimsenmiştir kalplerinde. Belki de şiirde anlatılmak isteneni anlamadan soluğu almışlardır aynanın karşısında. Belki de şiirde anlatılmak isteneni anlamak için geçmişlerdir ayna karşısında. Yalnızlık odasında dost bulamadıkları için mi ayna da simâlarına bakakalmışlardır? Yoksa dost dedikleri hayatlarından birbir giderken, güvenini kaybederek toplumdan uzaklaşıp sadece kendilerini mi dost görmüşlerdir? Nedir bu yalnızlığın tanı mı? Peki bu durumda olmanın nedeni neydi?
Umut (Dilruba), aklından bu şiiri her gün düzenli okurken, her okuduğunda aynada bulurdu kendini. İlk boş boş bakardı aynaya. Aynadan gözü evinin içine de takılırdı. Tek başına kaldığı, harabe olarak adlandırdığı, dört duvar arası eviydi onun. Onun için şu sıralar, şu saatlerde yalnızlık odasından başka bir şey değildi. Yalnız hissediyor muydu kendini? Fazlasıyla! Peki bu umrunda mıydı? Orası da muamma!
Aynada hareketsizliğini bozarak, ilk ellerini saçlarına daldırdı. Kısaçık saçlarına takıldı gözleri. Simsiyahtı ama kısacıktı, tıpkı istediği gibiydi. Yüzüne dokundu bu kez. Elleri kirpiklerine, göz altlarına, yanaklarına, dudağına gidiverdi. Ondan sonra bir süre daha hareketsiz durdu. Boş gözlerinde hayat ışığı var mı diye bakındı yine. Her gün yaptığı gibi gördüğü bir tutam ışık olsa da, gözlerini yumarak, o karanlık dünyasına, hayalsiz yere gönderdi. Kulaklarını da tıkadı bir süre. Kulaklarına yine siren sesleri geliyordu hayalden. "Ölüm güzel," dedi kendi kendine. Birkaç kez tekrarlamayı unutmamıştı da. "Dünyadayken sevinmeyi unut, bu dünyada Umut yok senin için. Umut bir daha olmayacakta senin için." Karanlık dünyasından kendini salıp, tekrar gözlerini araladı kendi olmayan karanlık dünyasına. Elini kulaklarından indirdi, hayali siren seslerini yitirdiğini anladığı vakit.
Hazır olduğunu fark ederek saatini koluna taktı ve karanlık sokaklara kendini attı. Yolu belliydi, bara gidecekti. İşi belliydi, barmendi.
Harabesinin yakınlarındaki durağı bulduktan sonra otobüsü beklemeye başladı. Durakta tek tük insanlar bekliyordu. Hava soğuktu. Sonbahar geldi geliyordu. Sonbahar gelirken, ardından soğuğuda getiriyordu. Umut, burnunun üstünü kapatacak kadar atkı takmıştı boynuna. Üşüyen insanları görünce daha da üşüyordu. Yaprakların düşüşünü görünce zamanın ilerlediğini anlıyordu. Onun için zaman farklıydı.
Otobüs durağa ulaştığı vakit, kartını basarak içeri girdi. Gözüne çarpan cam kenarı, tek koltuk bulunan yere oturmak için adımlarını hızlandırırken, atkısını daha da kaldırıyordu. Koltuğa oturup başını soğuk cama yasladı. Sıralı geçen esnaf dükkanları izledi. Otobüsün yan şeridinde olan araçların hızlarına, renklerine, cinslerine baktı. İçinden en hoşuna giden kısa zamanda uzaklaşan motosiklet olmuştu. Siyah aracın hem rengi, hem de hızı hoşuna gitmişti. Rengi aynı saçları gibiydi, sadece saçları parıldamıyordu. Hızı ise onun yaşantısına benziyordu. Ruhu hızla elini eteğini çekiyordu her şeyden.
Bara yakın bir caddeye gelince oturduğu yerden kalktı, durma tuşuna bastı ve otobüs durunca hızla indi oradan. Şimdi ise hayatında en sevdiği kısma gelmiş bulunmaktaydı. Barın girişine kadar hızını almadan koşacaktı. İlk, kulağına kulaklık takıp son ses müzik açtı. Müzik kendini dinlendirmek içindi. Lakin şarkıdaki sözleri ne anlamaya çalışacaktı, ne de bir duygu besleyecekti. Müzik ona düşünmemesi için yardım ediyordu. Koşarken bu yardımda rüzgarında etkisi vardı. Tek yaşadığını hissettiği an koştuğu andı. Bu saatlerde yaşamak istediği tek insan için yapıyordu bunu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dilrubâ
Short StoryZaman; onun için bir nefes, hayatına ne zaman son vereceğini belirten bir süreç. Yaşlandıkça ölümün yakınlığını anlatan bir bildiri misali. Kimliği onun en özeli. Yaşamındaki tek değerli parçası. Onun intihar etmesini engelleyen tek gerçekçi şey. U...