Dilruba adamın konuşmasını merakla bekliyor ve sonrasında kabus görmemeyi umarak uyumayı düşünüyordu. Adam, suyun akışına bakarak, sessizce oturuyordu bankta. Dilruba, polarının cebindeki ellerini gevşetti ve adama baktı. "Konuşmayı düşünüyor musun?"
Adam gerindi, şakağını kaşıdı, birkaç saniye Dilruba'ya baktı ve tekrar suyun akışına bakmaya devam ederek ağzını araladı. "Eşim her şeyi kurcalayan biriydi. O bulmacaları severdi. Kelimeleri ve sayıları kafasında kodlar, kendince sürekli eğlenirdi. Bazen ciddiye dökerdi bunu, bazı gizli şeyleri çıkarırdı ortaya." Durdu, derin bir nefes alıp vererek, yanında oturan kısa saçlı kadına dönerek durdu. "Bulmacaları sever misin?"
"Bilmiyorum," diyebildi Dilruba. Son üç senedir, bulmaca ile ilgili bir şey yapmamıştı. Ne onun eşi gibi harf ve sayıları kurcalamış, ne de ciddi işler yapmıştı. O geçirdiği kaza sonrasını ve Umut'u hatırlıyor, onlarla ilgileniyordu. Umut dışında diğer şeyler ile ilgilenmek umurunda olmamış, böyle bir şeyi kafasında dahi kurmamıştı.
"Hiç soru sormuyor musun kendine?" dedi adam. Adam kendine oldukça soru sorardı. Önceden eşine uzun uzun anlatır, onun yanıtlarını kabul ederdi. Şimdi ise kendine sorular sorup, kendisi cevapları bulmaya çalışıyordu.
Dilruba, sorunun ne anlama geldiğini anlamadı. Sorunun altında bir ima var mıydı, onu bile bilmiyordu. Kendini yorgun hissediyordu, bugün uyumak için can atıyordu. Bu yüzden daha fazla lakayt olmadan bankta doğruldu. "Bunun konuyla bir alakası olduğunu zannetmiyorum. Konuşmayacaksan, gideceğim," dedi ayaklandı. Lakin o ayaklanırken adam onu kolundan tutup otutturmuştu.
"Çek ellerini!" Adama sinirle bağırdı ve bankın biraz gerisine kaydı. Sinirlenmişti. İnsanların ona dokunmasından, ona yaklaşmasından, onunla konuşmasından hoşlanmıyordu. O ölmeyi hedefliyordu, hedefindeki şeyi tek başına yapabilecekken diğerlerine ihtiyaç duyacak değildi. Gözlerini yumdu, dudaklarını birbirine bastırarak sakin olmaya çalıştı. Neden hala yaşıyordu ki? Neden hala direniyordu? Sahilden gelen tuz kokusunu içine çekti ve gözlerini açtı. "Biliyor musun? Kimliğimle ilgilenip, ilgilenmek artık umurumda dahi değil. İstersen beni tüm dünyaya duyurabilirsin." Ayağa kalktı. Adam bir şey yapmıyor, onu dinliyordu sadece.
"Sokağımdaki ya da bardaki tüm insanlara aslında bir erkek olmadığımı anlatabilirsin. Onlara kendimi öldüreceğimi söyle. Sana bakıp, bana bir iki nasihat verip gideceklerdir. Belki çocuklarını benden uzak tutacak, mahalleden kovacaklardı. Bunlar artık umurumda değil." Kelimeleri üzerine ayağa kalktı ve adamın tekrar onu otutturmaması için hızla geri çekildi. Sinirleri ağrıyordu, en son ne zaman sinirlendiği dahi hatırlamıyordu.
"Sakın..." ellini ileri doğru uzatıp, cümlesinin devamını getirdi, "...bana bir daha dokunmaya kalkma. Uzak dur benden, eşini kurtarmak için beni kullanmaya kalkma. Ölümümü senin için dahi geciktirmek istemiyorum."
Adam yine bir şey söylemiyor, onun sinirli haline bakıyordu. Kadının her mimiklerini izliyor, hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Kadın ona bağırıp giderken dahi kalkıp, onu durdurmuyordu. Onu ayağa kalkınca zorla oturtan adamdan farklı davranıyordu. Dilruba ardına bakmadan koştu. Koştukça sakinleşti, koştukça kendini daha rahat hissetti. Adam kadının uzaklaşmasını izledi. Biliyordu değişeceklerini. Biliyordu, ikisinin de zihinlerinin aynı çalıştığını.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dilrubâ
Short StoryZaman; onun için bir nefes, hayatına ne zaman son vereceğini belirten bir süreç. Yaşlandıkça ölümün yakınlığını anlatan bir bildiri misali. Kimliği onun en özeli. Yaşamındaki tek değerli parçası. Onun intihar etmesini engelleyen tek gerçekçi şey. U...