Gözlerimi aralayıp komodinin üzerinde duran dijital saate baktım ve bunu yapar yapmaz pişman oldum. Hafta sonu birkaç saat daha fazla uyuyamayacak mıydım ben? Yastığı kafama çekip uyumaya devam etmeye çalıştım ancak imkansızdı artık. Uyanmıştım bir kere, uyuyamazdım ki..
Yataktan zıplayarak indim ve pencereye yöneldim. Kalın perdeyi araladım ve dışarı baktım. Yağmur yağıyordu. Cumartesi sabahı erken kalkmıştım ve yağmur yağıyordu. Bugün gittikçe kötüleşecekti sanırım.
Ayaklarımı sürüyerek mutfağa ilerledim. Tezgahın üzerinde duran şeffaf kahve kavanozunun boş olduğunu görünce gerisin geri mutfaktan çıktım. Sabahın yedisinde açık kahveci bulmak imkansız olurdu herhalde. Yatağa dönüp uyuyayım desem, iyice uykum açılmıştı. Dışarı çıkıp yürüyeyim desem, yağmur yağıyordu. Evde kapana kısılmıştım anlaşılan.
Ne yapacağım diye gezinirken telefonum çaldı. Arayan en yakın arkadaşım, Esin'di. O da hafta sonu erken kalkmanın lanetini yaşıyordu sanırım.
"Asel, bak ne diyeceğim?" diye başladı söze. Günaydın bile dememişti.
"Ne diyeceksin, Esin," dedim bıkkın bir ses tonuyla.
"Hava durumu, yağmur öğlene doğru diner diyor. Bize gelsene yağmur dinince? Canım sıkılıyor benim."
Ohoo.. Öğlene kadar ne yapacaktım evde yalnız ben. Hanımefendi de canı sıkılmasın diye ayağına çağırıyordu beni. Oldu..
"Gelirim Esin. Ama benzin parasını sen ödeyeceksin."
"Ama-" diyecek oldu. Ancak konuşmasına izin vermeden telefonu kapattım. Telefonu yatağa fırlattım. Üzerimi değiştirip dışarı çıksam, sonra bir kahve mi içseydim, fikirlerimle beraber?
Dolaptan günlük bir kombin seçip üzerime geçirdim. Çantama telefonumu, cüzdanımı, kulaklığımı ve yanımdan ayırmadığım not defterimi koydum. Siyah botlarım kapının önünde beni bekliyorlardı. Saatime baktım. Saat henüz sekize geliyordu. Ancak otobüse binmek istemiyordum. Yürüyene kadar saat dokuz olurdu herhalde.
Apartmanın kapısından dışarı çıkıp şemsiyemi açtım ve yürümeye başladım. Yürürken içleri yağmur suyuyla dolmuş minik çukurlara basıyordum. Küçüklüğümden beri en sevdiğim şeylerden biriydi.
Tek tarafı ağaçlandırılmış kaldırımda neredeyse yalnızdım. Karşı kaldırımdan geçen birkaç insan görüyordum. Onlar dışında sokak oldukça tenha ve sessizdi. Öyle ki, yağmurun düştüğü yerde çıkardığı ritmik sesi duyabiliyordum. Sessiz sokakta, hafif hafif esen rüzgarın; ellerini, ağaçların yeşil saçlarından geçirirken çıkardığı melodik sese eşlik ediyordu.
Sokağı geçmiştim. Yolun iki tarafında kafeler, çiçekçiler ve taptaze ekmek kokan fırınlar baş göstermeye başlamıştı. Favorim olan kafeye girecektim her zamanki gibi.
Cam kapıyı itmemle birlikte yüzüme çarpan sıcaklık ve mis gibi kahve kokusu mutlu olmamı sağlamıştı.
Sık sık buraya gelirdim. Artık müşterileri bile tanıyordum neredeyse. Sürekli köşede oturan kızıl saçlı kadın, espressosunu yudumluyordu mesela. Ya da hemen kafenin girişine oturmuş karizmatik iş adamı, gazetesini okurken şekersiz kahvesini yudumluyordu.
Tek bir sıkıntı vardı. Yalnız başıma oturabileceğim bir masa yoktu. Gözlerimle etrafı taradım. İki kişilik masalardan birinde bir adam, yalnızdı. Benim olmak istediğim gibi. Bir seferlik yanına oturacaktım. Bir seferden bir şey olmazdı..
Olur muydu yoksa?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Fincan Aşk
RomanceAşk, bir sürprizdir. Ne zaman, nerede ve kimin ellerinde karşınıza çıkacağını bilemezsiniz. Bir anda oluverir. Aşık olduğunuzda kalbinizin ritmi değişir. Onu gördüğünüz her zaman aşk, elini omzunuza koyar. Alin Bilge Keyifli okumalar...