VI.

9 2 0
                                    

Keyifli okumalar...

Ankara'da, Hacettepe Merkez Kampüsü ile yurtlar arasında kalan, daracık, tek şeritli bir yol vardı. Kurtuluş ve Sıhhiye arasını bağlayan bu yolu sadece taksiciler biliyor sanıyordum. Yanılıyormuşum.

Sıhhiye tarafından yola giren araba, düz yolda ses çıkarmadan ilerliyordu. Yolun sol tarafı Hacettepe yurduyken, sağ tarafında okulun duvarları önüne kurulmuş fotokopiciler, dönerciler, ufak kafeler, kıraathaneler vardı. Yolun bitişine doğru iki taraftada çoğalan akasya ağaçları yeşile bir kez daha aşık olmamı sağlamıştı.

Kurtuluş, çok kalabalık bir semt sayılmazdı. Arada et ete insan olduğu da olurdu, oldukça tenha olduğu da.. Güzel kafeler, parklar vardı. Üniversitenin ikinci senesinde, Esin'le hepsine gitmiştik.

Tuna, nihayet bir park yeri bulup arabayı durdurduğunda ikimizde aynı anda kapıları açıp indik. Tuna, yürümeye başlamıştı bile. Ona yetişmek için zıplayarak ilerledim. At kuyruğu yaptığım saçlarım zıpladıkça sallanıyordu. Yanına vardığımda sağ yanağındaki derin gamzeyi belli edecek şekilde güldüğünü farkettim. İstemsizce güldüm, onu gülümserken görmek beni de gülümsetmişti.

Yan yana yürümeye devam ediyorduk. Ondan bana doğru esen rüzgar, her nefesimde okyanusu andıran ferah kokusunu burnuma taşıyordu. Her nefesimde içim titriyordu. Her nefesimde sanki cennetmiş gibi hissettiriyordu.

Denizi çok severdim. Kokusu, sesi beni rahatlatırdı. Ne var ki Ankara'da deniz yoktu ve üniversiteyi kazandığım sene epey tereddüt etmeme neden olmuştu. Şimdi, üç yıl sonra, deniz özlemimi gideriyordu Tuna. Rüzgar esince kokusunu bir kez daha çektim içime, özlemle.

Bir kafeden içeri girdik. Kokusuna öyle kaptırmıştım ki kendimi adımımı nereye atıyorum, önümde ne var hiç bakmıyordum. Bir an düşecek gibi olunca kemikli ellerini belimde hissettim.

"İyi misin?"

Sesindeki endişe beni mutlu etmişti. Gülümsemekten kendimi alamadım. Ben gülümseyince o da gülümsedi.

"İyiyim," deyince gülümsemesi daha da genişledi ve kaldı öylece. İçimden saklamak geldi o anı. Bir fotoğraf karesine sıkıştırıp o mükemmel gülümsemeyi, sonsuza kadar saklamak...

Asansöre bindik. Kendimi onun rüzgarına öyle kaptırmıştım ki kaç kat çıktık, orada ne kadar kaldık haberim yoktu. Asansörden indiğimizde ufak bir terasa çıktığımızı farkettim. Ankara'yı tepeden seyredebileceğiniz bir teras.

Korkuluklar sarmaşıklarla kaplanmıştı. Ahşap masa ve sandalyelerin üzerindeki menekşe rengi örtülerin uçları, rüzgarla dans ediyordu. Sarmaşık çiçeklerinin kokusu, rüzgar estikçe burnumun önünden uçup gidiyordu. Masmavi gökyüzünün altında Ankara'nın tepesindeki bu yer büyüleyiciydi.

Gülen gözlerle Tuna'ya baktım. Bir garsonla konuşuyordu. Garson başını sallayıp asansöre binince Tuna'nın bakışları bana çevrildi. Gülümsüyordu. Gülümsemesi masmaviydi sanki, gökyüzü gibi. İçimi uçma isteğiyle dolduruyordu.

"Burası çok güzel," dedim gülümsemekten vazgeçmeden.

"Bence de," dedi etrafa bakarak. "Oturalım mı?"

Korkulukların yanında bir masaya oturduk. Ben gülümserken o da bana gülümsüyordu.

"Çok güzel gülüyorsun," dedi. Elini yanağıma doğru uzattı ve ekledi. "Gülünce tam şurası, içe çöküyor."

Daha da genişledi gülümsemem. Utangaç bakışlarımı önüme eğdim. Sen de çok güzel gülüyorsun, demek istedim, diyemedim. Utandım. Oysa ben utanmazdım.

Bir Fincan AşkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin