II.

18 2 0
                                    

Olur muydu yoksa?

Evet, kelimenin tam anlamıyla pazar günü, en sevdiğim kafede tek boş yer tanımadığım bir adamın yanıydı. Her sabah yalnız gelen sarı saçlı kadının bile karşısında bir beyefendi oturuyordu şimdi. Sanki yalnız kalma isteğimi bozmak için planlar yapıyordu evren. Belki de gönderdiği bir mesajdı bu..

Sandalyenin üzerinde parmaklarımı gezdirdim ve geri çektim. Kitabın sayfalarının arasında duran ince, kemikli parmakları kıpırdadı. Sayfa çevrildi ve yeni sayfanın ilk cümlesini okumadan önce bakışlarını bana çevirdi. Oldukça açık kahverengi gözleri vardı. Sert yüz hatlarını biraz olsun yumuşatıyordu gözleri. Biçimli dudakları özenle yüzüne yerleştirilmişti.

Başını hafifçe buyurun dercesine salladı ve kitabına geri döndü. Nefes alıp verdikçe sayfaların köşeleri titreşiyordu. Bir an rahatsız oldum kendimden. Öyle konsantre olmuş bir şekilde okuyordu ki kitabı.. Sanki rahatını bozacakmışım gibi sessizleşmişti hareketlerim. Sessizce not defterimi ve kalemimi çıkardım. Sessizce çevirdim sayfaları. Sessizce döküldü kelimelerim satırlara..

Sessizce...

İçimde değişik bir his oluştu birden. Bana bakıyordu, hissetmiştim. Beni inceliyordu. Kalemimi defterin arasına bıraktım. İyice öne geldiğim sandalyede geriye yaslandım, ve incelemeye başladım. İnce uzun parmaklarıyla bardağın kulpunu kavrayıp dudaklarına götürüyordu. Bu arada ilgisi dağılmış etrafı incelemeye başlamıştı. Bir ara gözleri benimkilerle buluştu. Ama sonra başka bir yere döndüler yine. Ben de defterimi yeniden açıp yazmaya devam ettim.

Önüme koyulan kahve bardağının çıkardığı şıngırtıyla başımı kaldırdığımda Sinan, bana gülümsüyordu. Aynı okulda okuyorduk. Buraya çalışmaya geliyordu, iyi de oluyordu. Ben söylemeden siparişim geliyordu işte.

Sinan, arkasını dönüp diğer masalarla ilgilenmeye başladığında karşımdakinin bana baktığını gördüm.

"Yeni yetme yazarlardan mısın yoksa?"

Tanışalı, en azından birbirimizi göreli, en fazla on dakika oluyordu. Konuşmanın böyle aşağılayıcı bir cümleyle başlaması rahatsız etmişti beni. Yine de inkar edemeyeceğim bir gerçek vardı: Oldukça çekici bir ses tonuna sahipti.

"Ben.. Beste yapıyorum aslında."

Defteri yeniden kapatmış, önümdeki iri kahve bardağına ellerimi sarmış ve bedenimi masaya doğru eğmiştim. İkimizde birbirimize bakıyorduk. Benim bakışlarımda merak duygusu ve gözlem vardı. Onunkiler ise küçümseyici bakıyordu.

"Hmm," dedi ve geriye yaslandı. Gözleri hala benimkilerle temas halindeydi. Biçimli parmaklarıyla bardağın kulpunu kavradı, dudaklarının hizasına getirdi. Bu sırada hala bana bakıyordu.

"Ne çalıyorsun?" diye sordu. Bakışlarındaki küçümseme biraz olsun sönmüştü sanki.

"Piyano," dedim. Bedenimi biraz masadan uzaklaştırdım. Hala dirseklerim masadaydı. Soruları o soruyordu. Benim de soru sormam gerekmez miydi? Ne okuyordu mesela? Niye böyle bakıyordu bana? Ama sırası değildi şimdi.

"Nerede..?" Sesinde ilgi seziyordum şimdi. Aslında bu, iyi hissettirmişti. Başta soğuk ve küçümseyen tavırları yavaş yavaş ilgiye bırakıyordu yerini.

"Devlet Konservatuarı'nda," dedim. Kelimeler ağzımdan çıkarken o da, benim gibi bedenini öne eğmişti. Oldukça geniş omuzları vardı.

"Sinan'la oradan tanışıyorsunuz.." diye mırıldandı.

"Evet," diye mırıldandım bende.

Bir süre konuşmadık. Bitmişti. Zaten on dakikadır görüşen insanlar arasında daha fazla diyalog olması beklenemezdi, değil mi? Yine de...

Masalar yavaşça boşalmaya başlamıştı. İçimden bir ses kalk otur boş masalardan birine, yalnız kalmak istiyordun diyordu. Başka bir ses ise ilgi çekici bir yabancı o diyordu.

Ne oluyordu böyle bana ?

Oturmaya karar verdim. İlgi çekici yabancıyla konuşacaktım. Saatime baktım, on ikiye geliyordu. Ne çabuk ilerlemişti zaman. Esin, yağmur öğleye doğru dinecekmiş, demişti. Biraz daha oturabilirim demekti bu.

"Adın ne?" diye sorduk aynı anda. Aynı anda.. Garipti doğrusu. Yüzüme bir gülümseme yerleştirebilmişti. Görüyordum ki, onda da atnı etkiyi yaratmıştı.

"Bayanlar önden," dedi gülümseyerek.

"Asel," dedim ve ekledim "Sizin..?"

"Tuna," dedi. İkimizinde isminin bir nehir ismi olması sadece bir tesadüftü. Ancak tesadüfler gerçek değildir, değil mi?

Gülümsemeye devam ediyordu. Sanırım bende gülümsüyordum.

"Ne okuyorsun?" diye soruverdim.

"Ben de konservatuar okuyorum."

Ah, sorumu yanlış anlamıştı. Ama aynı okulda okuyor olamazdık değil mi..? Birbirimizi görmüş olmamız gerekirdi. En azından kantinde, yemekhanede..

"Kitabı kastetmiştim," diye sordum. Zihnimde hala aynı okulda okuyor olmamızın imkansızlığı dolanıyordu. En azından bir kere görmüş olmam gerekirdi.

"Doğunun Limanları," dedi. Kitabı kaldırdı ve ekledi, " Amin Maalouf."

Etkilenmiştim doğrusu. Kitaplarla fazlasıyla haşır neşir olan ben, bu kitabı defalarca elime almış ve defalarca vazgeçmiştim.

Bana bakıyordu. Ben de ona bakıyordum ve düşünüyordum: Aynı okulda mı okuyorduk, gerçekten..?

Her gün gittiğimiz yerlerde her seferinde göz göze geldiğimiz insanlar vardır. Belki o anki ruh halimiz, görmezden gelmeyi seçtiği için belki de önemsemediğimiz için dikkat etmeyiz. Sokaktan geçen binlerce insandan biriyiz. Ne kendimiz için ne de bir başkası için önemliyiz. O da, sokaktan geçen bir insandı sadece. Görmüştüm belki, belki de  görmezden gelmiştim sadece.

Sohbetimiz koyulaşmaya devam ediyordu. İlgi çekici yabancı, hiç ummadığım biri çıkmıştı. Hiç ummadığım biri... İnsanlar neden başkaları hakkında bir şeyler umardı ki..? Neden önyargılar, beklenti haline dönüşüp başka birini şekillendirmeye çalışırdı? Ben neden basit bir insan hatasına kapılıp onun hakkında bir şeyler ummuştum? Önyargı, insan doğasından def edilemeyecek bir şeydi demek ki.

Telefonum çaldı. Sohbetin uzamasına izin vermeyen arkadaşım Esin arıyordu.

"Yağmur dindi, Asel. Ne zaman gelmeyi düşünüyorsun acaba?"

Ah, Esin'e gidecektim değil mi? Unutkanlığın gözü kor olsundu. İzin isteyip masadan kalktım. Geldiğim yoldan eve geri dönüyordum. Bu sefer yalnız değildim. İlgi çekici yabancı, Tuna, zihnimi oyalıyordu. Yalnızlığı düşünmeme fırsat bırakmıyordu.

Evin önündeki park alanında arabamı bulup içine girdim. Havanın çokta sıcak olmadığını da o zaman anladım. Anahtarı yerleştirip arabayı çalıştırdım ve bahçeden çıktım. Esin'e olanları anlatmalıydım.


Umarım keyifle okumuşsunuzdur. Beğendiyseniz ne mutlu bana. Bu arada bölümde adı geçen kitap, Doğunun Limanları oldukça güzel, okunması gereken bir kitap. Tavsiye ederim.

Bir Fincan AşkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin