İstiklal caddesinde bir yukarı bir aşağı aylak aylak yürürken bir yandan ise Burak kalacağımız evi ayarlamaya çalışıyordu.
Bilmem kaçıncı kez meydana gelip iniyorduk ki Burağın kalacağımız evi bulmasıyla sonunda rahatlamıştım. Burak'ın arkadaşı Volkan bizi arabayla alacağı caddeye doğru ilerlerken Emirhan bizi dürtüp bankanın köşesine sinip ısınmaya çalışan iki genci gösterdi.
"Gidip sigaranız var mı diye sorayayım mı çok tatlılar!" dedi. Burak bu sorunun ardından hiç durur mu ? Tabii ki hayır. Hemen atladı konuya ve yanlarına gittiler. Ben ise köşede gelmelerini bekliyordum.
Ah, söylemeyi unuttum. Benim bu birbirinden aptal sevimli iki arkadaşım eşcinsel olur. Günümüz dünyasında ve hatta geçmişinde bile, insanlar neden katlanamıyorlar anlayamıyorum. Dünyanın en sevimli canlıları onlar bence, sırf erkekleri seviyorlar diye onlardan mı nefret edeceğim?
İki dakika sonra yanıma ağızları sulanmış bir biçimde geldiler. "Kanka çok tatlıydılar görmen lazımdı, şimdiden söylüyorum esmer olan benim!" deyip aralarında paylaşım yapıyorlardı.
"Gidip cağıralım mı onlarda gelsinler" diye atıldı ordan Burak.
"Ya saçmalamayın ne işleri var, tanımıyoruz etmiyoruz" diyerek vazgeçirmeye çalıştım fakat dinlediler mi ? Hayır. Sonunda adlarının Oğuz ve Cem öğrendiğim kişilerle beraber arabaya sığmaya çalışıyorduk. Üç kişilik koltuğa dört kişi bindiğimiz için sekiz yaşında gibi görünen Emirhan'ın aramızda ezilmesi an meselesiydi. Onlar konuşurken bense sadece izliyordum.
Oğuz, saçlarını sarıya boyamış boyu 1.70'in üzerinde olan aşırı hiperaktif birisiydi. Cem ise aksine daha kısa, esmer ve sessiz duruyordu. Emirhan onlara bizimle gelmelerini teklif ettiklerinde hiç düşünmeden kabul etmişlerdi. Düşüncelere dalıp gitmişken araba Burger'ın önüne çekilmesiyle düşüncelerimden sıyrıldım. Volkan'ın menüleri getirmesini beklerken bi yandan sohbet ediyorduk. Volkan bize menü alıp getirdiğinde hepimizin aç kediler gibi daldığımıza yemin edebilirim. Geri kalanlarıda eve saklamıştık.
Evin verdiği sıcacık huzurla uyumamak için zor tutuyordum. Hepimiz kendimize birer bira almıştık fakat hepimizin birasını Cem içmişti ve daha çok içmek istiyordu. Bir an bu çocuğun derdi ne diye düşünmedim değil. Acaba bu kadar çok içecek ne yaşamıştı. Sevgilisinden mi ayrılmıştı yoksa ailesiyle mi sorun vardı acaba. Her ne kadar kötü birşey yaşamış olursa olsun, bu kadar çabuk pes edemezdi. Üzülmüştüm onun adına ama sevememiştim bir türlü, itici gibiydi sanki.
Ardından Burak ve Oğuz başka odaya Volkan kendi odasına çekildi. Salon da ise ben Emirhan ve Cem kalmıştık. Üçümüzde sessiz sessiz oturuyorduk ki Cem bi anda konuşmaya başladı. "Arabanın anahtarı bende hadi arabayı kaçıralım" Aslında fena olmazdı diye geçirirken içimden Emirhan gizlice kaş göz işareti yaptı. Bu hayır anlamına geliyordu. "Hayır" diyerek araya girdim.
Bu sefer beni görmesizlikten gelerek Emirhan'a yöneldi. "Hadi biz gidelim seninle o gelmesede olur!"
Emirhan "Ben İlknur'suz bir yere gitmem" diyerek beni ortaya kattı. Küçük bir çocuk gibi
"Ya hadi gidelim nolucak ki ruhu bile duymaz" dedi Cem.
"Hayır" diyerek lafımın arkasında durdum. Her ne söylüyorsa tamamlamasına izin vermeden hemen hayır diyordum ardından Emirhan ve ben gizlice gülüyorduk. Eminim şuan benden nefret etmiştir diye geçirdim içimden.
Cem bir koltukta uyumaya çalışırken bizde Emirhanla diğer koltuktaydık ve Emirhan Cem'e " istersen sende gel yat bizimle" demesiyle kısa çaplı bir şok geçirdim. Daha şokumu üstümden atamayıp gelip öylece ortamıza yattı, bana arkasını dönerek. Ben ise hala ne yapacağımı şaşırmış halde ellerimi bir oraya bir oraya koyuyordum ki Cem'in diğer koltuğa geçmesiyle rahatlamıştım.
Sabah Oğuz'un resimlerimizi çekmesiyle uyandık. Bu çocuk bu kadar enerjiyi nerden buluyor diye homurdandım. Ardından Burak'ın hazırladığı ketçaplı yumurtayı yiyerek evden ayrıldık. Henüz ne yapacağımız hakkında bi fikrimiz olmadan yola çıktık. Koca bir yokuşu yürümeye çalışırken bi yandan da Cem'in gitarı elden ele dolaşıyordu, sıra bana gelince baktım. Bana ne ya ben niye taşıyorum bu sevimsiz şeyin eşyasını diyerek gitarı Burak'a verdim. Bi yandan yokuşu çıkmaya çalışırken bi yandan minibüs durağını soruyorduk.
En sonunda durağı bulunca hepimizin yüzünde bir zafer gülümsemesi belirdi. Minibüsü beklerden yoldan gelen arabalara garip garip hareketler yapıp gülüyorduk. Biz buyduk işte. Başına buyruk, herşeyde eğlence arayan, her ne kadar içimizde çığlıklar kopsada bunu gün yüzüne çıkarmayan, serseri tipli ama ailelerimizin yanında tam bir örnek aile çocuğu gibi olabiliyorduk.
Bazen düşünüyorum acaba şu hallerimizi görseler evlatlıktan mı red ederlerdi yoksa kalp krizi mi geçirirlerdi derken minibüs geldi. Zar zor denkleştirdiğimiz parayı eksik halde şoföre verip tutunmaya çalışırken, yaşlı bir teyze yüzümüzdeki piercingleri görünce "evladım hiç mi acımıyor yahu, niye yapıyorsunuz bunu güzel suratlarınıza" diyerek söylenmeye başladı. Bizde hayır diyerek acımadığını kanıtlamak için piercingleri cekiştiriyorduk. Ardından teyze Emirhan'ın septumuna
"Kızım senin o burnunda ki boğalar gibi" demesiyle hepimiz ufak çaplı bir kriz yaşadık. Teyze Emirhan'ı kız sanmıştı. Oğuz "teyze onun adı Ceren" dedi Emirhan'ı göstererek. Ardından Emirhan sesini incelterek "evet abla benim adım Ceren" diyerek başladı piercing hikayelerine.
Seviyordum bu hallerini. Kaygısız ve neşelilerdi. O kadar aksiliklere rağmen mutlu olabiliyorlardı fakat ben olamıyordum. Hayatımda bir aksilik yaşandığında aylarca o konuyu düşünüp tüm günlerimi mahvedecek güce sahiptim. Hele ki bu konu annemin beni terk edişi olursa bu yıllarca sürebilirdi. Açıkçası pek umrumda değildi. Beni bilenler zaten biliyordu, gerisi olmasa da olurdu.