Merhaba. Kendimi geliştirmem adına "şurası mantıken şöyle olmalıydı" dediğiniz, eksik gördüğünüz bir yer olursa özelden ya da yorumdan bana ulaşın lütfen. İyi okumalaar xo
Dirseklerimi dizime, çenemi de birleştirdiğim ellerime yaslayıp on dakikadır sessizce Nisan'ın panikle konuşmasını dinliyordum. Sıkılarak "Yeter artık." dedim. "Başımı döndürüyorsun."
Aynadaki yazıyı gördüğümde polisi aramak yerine Nisan ve Erdinç'i aramıştım. Evin anahtarı teyzemde de bulunuyordu. Türkiye'ye döndüğümden beri kendi şirketlerinde çalışmam için uğraşıyordu. Bu da onun korkutma yöntemlerinden biri olmalıydı. Yılmayacaktım.
Nisan kaybolmaya yüz tutmuş buharı gördüğünden beri düzenli periyotlarla kafa vurma işlemini gerçekleştiriyordu. Bunlardan sonuncusu az önce konuştuğumda beni salak edecek sertlikte geldi. "Ciddileş biraz." dedi yüzüncü kez. "Biz bunu yazanın kim olduğunu bile bilmiyorken o senin evine giriyor. "
Bıkkın ifademi takınarak "Kim olduğunu biliyoruz, abartma. Yarın o kaltaktan acısını çıkartacağım." dedim.
Hiç konuşmayan Erdinç araya girdi: "Esmer bombadan mı bahsediyorsun?"
"Meltem Teyzemden başka kaltak mı var?" dememe karşılık girişteki aynayı işaret edip hareketleriyle 'aynaya bak' dedi. Gözlerimi devirdim.
Ciddiyet istiyorum, diyen otoritesi ile Nisan konuştu: "Düzgün konuş teyzen hakkında. Teyzen o senin. Böyle bir şey yapmaz. "
" Neden yapmasın?" dedim. "Yıllarca peşimde koştu iyi bir eğitimim olsun, yanında çalışayım diye. Şimdi emekleri boşa gitti."
Biraz olsun sakinlik ona da uğramıştı ve başımda volta atmayı bırakıp yanıma oturdu. "Gerçi her yeri defalarca kontrol ettik. Zorla girilmişe benzemiyordu." dedi sesi paniğin küllerini taşırken.
Bir anne gibi bizi korumaya çalışır, her zaman üç kişilik endişe duyardı. Erdi ve Nisan, benden çok önce tanışmışlar, babalarının ortaklıkları sebebiyle sürekli beraber olma mecburiyetinde kalmışlardı. On iki yaşımdayken okuldan kaçıp durduğum için güvenliği daha sıkı olan bir okula gelmiştim. İlk günden sakarlığım başıma bela olup okulun en zengin iş adamının şımarık oğlunun üzerine yemek tepsimi başından aşağı boca etmiştim. Yemekhane sessizliğe bürümüş bizi izlerken, benden ceza olarak herkesin içinde eteğimi açmamı istemişti. Çocuk benim iki, bilemediniz üç katım olmasa halledebilirdim fakat gözüm korkmuştu. Ben orada kedi yavrusu misali pısmış dururken Erdinç yanıma gelip çocuğa kafa tuttu. Nisan da Erdinç'i yalnız bırakmayayım derken ortalık karıştı, yemekler, tepsiler havada uçuştu. O günden sonra çok iyi arkadaş olduk. Sahip olduğum en değerli sevgiye sahiptim. Belki de bu yüzden zor zamanlarımda aileme koşmak yerine onlardan bir şeyler bekliyordum.
İç sesim iğrenç şekilde duygusallığa yol alırken Nisan "Bu gece burada kalayım, ne olur ne olmaz." dedi. Başımın çaresine bakabileceğim konusunda diretsem de fayda etmedi. Üstüne, başınızda bir erkek olsun, bahanesiyle Erdinç de kalıyordu.
Bir süre sonra normale dönmüştük: Romantik film düşkünü kızımız raftaki filmleri karıştırıyordu. Bize milyon defa izlettirdiği The Notebook'u buldu, DVD'ye yerleştirdi. İtiraf etmek istemesem de seviyordum bu filmi. Aşka kendini kaptıracak bir kız değildim ama dünyada böyle güzel şeylerin olduğunu bilmeye ihtiyacım vardı. Erdi ise geniş koltukta yanıma kurulmuş, dolaptan aldığı birasını yudumluyordu. Nisan ışıkları kapatıp Erdinç'in diğer yanına oturdu. Filmi sevdiğimi anlamasınlar diye ezberlediğim repliklerle dalga geçiyordum. Noah ve Allie'nin sokakta dans ettiği sahne gelince Erdi ayağa kalkarken yanında Nisan'ı da sürükledi, dans etmeye başladılar. Fonda Billie Holiday'in sesi yükseliyor, bir yandan gülerken bir yandan da ekrandaki aşıkları taklit ediyorlardı (Dans ve müzik medyada var). Zihnimi meşgul eden yeşil gözleri ve elimde bıraktığı sıcak hissi kovarcasına başımı sallayarak biramdan kocaman bir yudum alırken gülerek onları izlemeye koyuldum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ADI SİYAH
Mystery / ThrillerGecenin karanlığıyla tezatlık oluşturan yıldırım. Şiddetle bedenimi yoklayan yağmur. Nefeslerimiz birbirine karışırken ıslak bir öpücük daha bırakıyor dudaklarıma. Yalvararak bakıyor gözleri. Çaresizdim. Ben, İzgen Ulutürk, çaresizliği en küçük dam...