-- 1 --

302 77 280
                                    

Notun üzerinde, kimin yazdığını anlayabileceğim bir isim ya da ipucu yoktu. Yalnızca sonunda "GİZLİ YAZAR" yazıyordu. Yazan kişi oldukça gizemli olmalıydı ya da gizemli görünmeye çalışan fakat bana kalırsa hiçte öyle olmayan biriydi. Bunu yazan her kimse bana küçük bir oyun mu oynamak istiyordu ya da bir şaka mı yapmak istiyordu, bilmiyordum. Ama gülmeyeceğim kesindi çünkü komik değildi. Hem de hiç.

Notu buruşturdum ve Hidayet Türkoğlu edasıyla çöp kutusuna atmaya çalıştım. Neticesinde de anladım ki, diğer başka konularda olduğu gibi basketbolda da kötü olduğumu göz ardı edilemez bir gerçekti. Çöp kutusunun yanına düşen buruşmuş kağıdı aldım ve bu sefer fırlatmadan, yalnızca içine girmesine dikkat ederek bıraktım. Tam o sırada tekrardan zil çaldı. Normalde hiç çalmayan kapı bugün susmak istemiyor gibiydi. Bu sefer ikiletmeden hızlıca gittim ve açtım. Kapının ardında, 6-7 yaşlarında, pantolonunda ve tişörtünün belli kısımlarında delikler olup, oldukça eski pabuçlara sahip ufak bir kız çocuğu duruyordu. Üzerinde eski kıyafetler olmasına karşın büyüleyici bir güzelliği vardı. İlginç. Dayanamadım ve yanaklarını sıkıp ona tüm samimiyetimle sarıldım. O da şaşırmışa benziyordu. Ve hala herhangi bir iletişimde bulunmamıştık. İlk konuşan ben oldum.

"Buyurun küçük hanımefendi. Kime bakmıştınız?"

Biraz durdu. Söyleyeceklerini düşünüyordu sanırsam. Küçük bir bekleyişin ardından ellerini kızarmış yanaklarına götürdü ve kiraz dudaklarını sorduğum soruya yanıt vermek üzere oynattı.

"Ben Beste ablaya bakmıştım. O yok mu?"

Onun ismini duymamla birlikte geçmişe gömülmüş ve hiçbir zaman oradan çıkmayacak anılarım tüm ayrıntılarıyla hafızamda yenilendi. Bir anda onun ismini duymamla birlikte yüz hatlarım, epeyce bir süre su verilmemiş ya da gereğinden fazla su verilmiş bir bitki gibi soldu. Cevap vermedim ve aniden kapıyı ittim. Çarptım da diyebilirdik. Kapının ardında biraz bekledim. Ayak seslerini duyabiliyordum. Gidiyordu galiba. Kapıyı hafifçe araladım ve onu izledim. Onun bir suçu yoktu ve o kadını nereden tanıdığını öğrenmek istiyordum. Arkasından seslendim.

"Hey küçük kız. Bir bakar mısın?"

Duyulan ayak sesleri birden kesildi. Daha sonra yanıma doğru gelmeye başladı. Karşımda durdu ve söyleyeceklerimi duymak için zeytini andıran yeşil gözlerini, benim karanlığı, korkuyu ve hüznü bir arada bulunduran siyah gözlerimle buluşturdu.

"Sen onu yani Besteyi nereden tanıyorsun?"

Küçük kız cümlelerini toparlamak istiyordu ki yanıtı biraz gecikmişti. Ben de bu arada bu konuşmanın, kapının önünde değil de içeride konuşulması gerektiğini düşünerek onu içeriye davet ettim.

"İçeriye girmez miydiniz küçük bayan?"

Küçük kız bu sefer ki soruma bir önceki kadar düşünmedi ve yanıtını benden esirgemedi.

"Tamam."

Küçük kız içeriye girdiğinde benim olmazsa olmazım olan, pencere kenarında bulunan kırmızı koltuğuma oturdu. "Küçük kız" diye hitap ettiğim kızın ismini öğrenme zamanı gelmişte geçiyordu bana kalırsa.

"Bu arada ben Murat. Sen de bana ismini bağışlayabilir misin?"

"Benim adım Fadime. Kısaca Fatoş da diyebilirsin."

Hava gerçekten de aşırı sıcaktı ve böyle sıcak havada sokakta gezmek büyük bir delilikti. Ve insanların çoğu sokaktaydı. Öyle ise insanlar delirmiş olmalıydı. Böylesine sıcak havada soğuk bir şeyler içmek aldığım nadir doğru kararlarımdan biriydi.

İZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin