Hayatta herkesin yapmaya mecbur bırakıldığı şeyler vardı.
O günü unutamıyordum o ağladıkça parçalanmıştım. Parçalarımı toplamaya çalışırken elime aldığım parçalar toza dönüşmüş bir rüzgarda savrulmuştu. Hayatta hep bardağın dolu tarafına bakanlardandım ama bu bardağın dolu tarafında bile zifiri katran vardı. boş tarafı ise uçsuz bucaksız boşluk vardı. her şeyi içine alan , hapseden. ben o bardağın içinde ki katranda boğulmuştum. sessiz bir şekilde.
Geçmiş yakamı bırakmıyor her gün o zehirli elleriyle boğazıma yapışıyordu. İçimde filizlenen sıkıntıları daha da gün yüzüne çıkarıyordu. Bugün tam 9 yıl olmuştu. Mecbur bırakıldığım katliamın üzerinden 9 yıl geçmişti. Şimdi gri bir mezarlığın önünde çiçeklerin bile büyümek istemeyip , yoğun ilgiye rağmen solduğu bu mezarlıktayım. Hüzün gözlerime yerleşmiş oradan bıraktığı acı tadı boğazımda biriktirmişti. Elimle mezarın yüzeyindeki toprağı eşeledim. Kendime zaman kazandırıyordum , sebep olduğum facianın izlerini görmemek için. Uzatamayacağımın farkındaydım ama kafamı kaldırıp mezar taşının üzerine kazınmış isimleri gördüğümde her zamanki gibi beni affetmeleri için yalvaracaktım. Belki duyarlar umuduyla.
Kafamı yavaşça kaldırdım, o isimleri görünce kalbim bile çığlık çığlığa kendini parçalamak istercesine kaburgalarıma vurmaya başladı. "özür dilerim" diye fısıldadım. Ama sesim bile o mezarlığa ulaşana kadar ezildi, kısıldı. Sesim bile çekiniyordu onlara ulaşmaya. göz yaşlarım cesurca gözlerimden çıktı, elmacık kemiklerimden mezar toprağına ulaştı , içine karıştırdığı pişmanlığımı da alıp. " Size yemin ederim, zorundaydım. " diye fısıldadım. Daha da taşıyamadı iskeletim bu lanet bedeni. Mezarın az önce suladığım için ıslak olan çamurlaşmış toprağına düştüm. Solmuş çiçekler altımda ezildi. Ama onları ezen asıl şey bedenim değildi, yaptığım hataydı. Onlar bile katlanamamıştı bu bedenin getirdiği lanete. Gri bulutlara baktım bir süre. Kimsenin dikkatini çekmeden yolculuk ediyorlardı normalde maviliğiyle iç açan , fakat şuan karamsarlığıyla iç bunaltan gök yüzünde. " Biliyor musunuz? özledim sizi. Buna hakkım yok biliyorum ama özledim. Özür dilerim özlediğim için ama özledim. Gelmek elinizde olsa bile gelmezsiniz ama ben gelirim. Siz isteseniz bir saniye durmam salarım bu işe yaramaz ruhumu yanınıza ama istemezsiniz. Kim ister ki. Bunu yapmaya mecbur bırakanlar bile iğreniyor benden" diyerek ruhsuz bir kahkaha attım. Bir süre sonra kahkahalarım çığlıklara dönüştü. Dallara tünemiş kuşlar kaçtı bu acı çığlıkla. Sanki sesimi duymaya dahi tahammül edemezmiş gibi.
Ağlamak ister bazen insan sebepli ya da sebepsiz yere. Acılarını göz yaşlarına yükleyip vücudundan atmak, haykırmak. Biraz olsun güçsüz olup kimseyi umursamadan saatlerce ağlamak. canlı bir varlığın bulunmadığı bu yerde bunu yaptım. Saatlerce ağladım. Ama acı o kadar çoktu ki göz pınarlarım kurumuştu ama acı hala varlığını belirten bir şekilde bedenimdeydi. saliseler saniye, saniyeler dakika, dakikalar saat olduğunda anca toparlanıp kalktım ayağa. Arabamı bu yüksek umurum yolundaki tepenin aşağısına park etmiştim.
Oraya kadar yürüdüm. Arabaya binip kendi evime gittiğimde kıyafetlerimden kurtulup soğuk suyun altına atmıştım kendimi. Bedenim buruşana kadar suyun altında kaldıktan sonra banyodan çıktım. Islak vücudumu kurulamadan yorganın altına soktum ve uykuya daldım.
yüzünü tiksinmiş bir ifade vardı. Cansız gözleri gözlerimi hedef alıyordu. Gözlerimi kapatmak istiyordum, hissetmemek görmemek. Silah sesi yankılandı. Bedeni gözleri kapanarak geriye yıkıldı. suya battı. Peşinden atladım bu sefer kurtara bilirdim. Suya batmayı bekledim ama tam tersi başım sudan çıktı. Etrafıma baktım , bedenim sudaydı ama kafam dışında duruyordu. Ayağımın altındaki zemin çekildi, çırpınmaya başladım. Önümde suyun üstünde yüzen bedene doğru çırpındım. Bedene parmak ucum değdiği an kendime çektim ve tutundum. Can yeleğim gibiydi. Kim olduğunu merak ettim ve yüz üstü yatan bedeni çevirdim onu görünce korkuyla geriye çekildim ve suyun dibine battım. Boğulmayı beklerken gözlerim açıldı. Sertçe yere düştüm ve bir cama çarptım. O gün olanları tekrar izliyordum. gözlerimi kapatmaya çalıştım olmuyordu. Kafamı başka yöne çevirince aynı görüntüyle karşılaşıyordum. Çığlık attım. Durdurmaya çalıştım. Yine yapamadım. Yalvardım, son nefesime kadar yalvardım.
Gözlerimi açıp yatakdan doğruldum ve terli yüzümü avuç içimle sildim. "Ne olur, ne olur yeter artık. Al canımı kurtulayım. Dayanamam daha fazla, lütfen" diyerek ağlamaya başladım. Ağladım, sabaha kadar. Güneş turuncu , turuncunun arasına karışan sarı, arkadan yayılan kızılın üzerinde süzülüyor harika bir manzara bırakıyordu geride. İnsanın yüzünde tebessüm bırakan bir manzaraydı.
Manzaranın el verdiği süre boyunca dudak kıvrımlarımda hafif tebessümle izledim. Sonra ise pencere yansımamdan gördüğüm dağılmış görüntüyü biraz düzeltebilmek adına banyoya gittim ve elimi yüzümü yıkadım. Göz altlarım şişmiş ve kararmıştı. Dudaklarım ise her ağladığımda olduğu gibi olabildiğince şişmişti. Yüzüm 'hey ben sabaha kadar ağladım ve uyumadım' diye bağırıyordu. Yüzümü buruşturdum ve banyo çekmecemi açtım " ne yapabiliriz bir bakalım, fondöten? Olur" diyerek göz aldı fondötenini alıp çok az bir şekilde göz altıma yedirdim. Şişlik hafiflemiş karartı gitmişti. Dudaklarıma yapacak bir şey yoktu. Yüzümde tonunda bir değişiklik olmadığı için diğer taraflarına bir şey yapmadan aşağı indim.
Mutfak dağılmış haldeydi, yavaş adımlarla mutfağa ilerledim. Parkenin üzerine bıraktığım her adımda topuğum kızardı ve ayağımın altına toz yapıştı.
Bugün temizlik günüydü anlaşılan.İlk karnımı doyurmak istediğim için mutfağa girip dolabı açtım. İki yumurta ve tereyağını aldım. Sütüde alıp tezgahın üstüne koydum. Lavabonun altından unu ve kavanoz tuzu da alarak diğerlerinin yanına koydum. Büyük bir kap çıkartıp içine 1 bardak su,1 bardak süt ve 2 su bardağından biraz az un katıp pütür kalmayana kadar çırptım. Un mikserin gazabına uğrayıp süt ve suya karıştı. Yumurtalarıda ekleyince 2 çay kaşığı tuzuda beraberinde ekledim. Kek hamurundan biraz daha akışkan bir kıvama gelene kadar çırptıktan sonra kepçeyle tavaya dökerek pişirmeye başladım. Hepsi olunca masanın üstüne krep tabağımı koydum. Dolaptan aldığım nutellayı da koyunca iki harika yemeğim hazır olmuş oldu. İkisinide afiyetle yeyince kalkıp mutfağı toplamaya başladım.
Dünden kalan harap bedenim bu ufacık yeri toplarken bile yorulmuştu, iki katlı bir evi toplayamazdım. Temizlik şirketini aradım,bugün için altı kadın göndereceklerini söylediler. Yukarı çıkıp üstüme bir şeyler geçirdim. Kadınlar gelince onlara kolay gelsin diyerek evden çıktım. Sahil kenarına bayadır gitmiyordum. Bu yüzden yönümü o tarafa çevirdim. Hafif tempoyla koşarak oraya vardığımda telefonumu çıkarttım ve cevapsız aramaları gördüm. Tuğra'dan dı. Geri döndüm ama açan olmadı. Tekrar tekrar aradım, meraklanmıştım. En son açıldığında siren sesi geldi ilk başta, bu sesle bütün hücrelerim hazır ola geçti. " Merhaba Tuğra beyin yakınımısınız?" Dediğinde dilim lal olduğu için cevap verememiş sadece onaylayan bir homurtu çıkarabilmiştim. "Şuanda hastaneye gidiyoruz. Tuğra beyin durumu ağır" dediğinde hangi hastane olduğunu bile bilmeden koşmaya başladım. " hangi hastane" diye sormak sonradan aklıma gelen bir şeydi. Beynim bile donmuştu. Kadın hastanenin adını söylediğinde sahilin sonuna kadar koşmuştum. Yanlış yön olunca dönüp aksi yöne koşmaya başladım. "Ne oldu Tuğra'ya?" Diye sorduğum da hiç bir zaman aklımın kıyısından geçmeyecek o sözü söyledi.
"Tuğra bey intihar etti"
Yeni bölüm geldii
![](https://img.wattpad.com/cover/49591099-288-k480419.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Abaddon
General FictionBir ölümün hikayesi "Sen bana' benim canım arkadaşım' derken ben senin toprak rengi gözlerinin altına gömdüm kalbimi. O toprağın trilyon kat altında atan kalbi bulamadı, ulaşamadı kimse. Sen bana ' olmayan abimin yerine koydum seni' derken kalbime y...