1 • Ruh kırgınlığı

700 35 82
                                    

Yıl, 2011.

Sevgi, öyle bir şeydi ki nefretin üzerini kar beyazı örtüsüyle kaplar; içten içe onu yok edip kalbi ele geçirerek ruhu yönetirdi. Aşk, onun yoldaşıydı. Can dostu, yönettiği krallıktaki kraliçesiydi. Birlikte olduklarında her şeyi, her zorluğu yener, yeni bir başlangıca gebe kalırlardı.

Sadece bir şey vardı, bu ikili arasını bozabilecek. Birlikteliklerinin oluşturduğu güçlü kaleyi yıkıp yıkıntıların arasında kalmalarını sağlayabilecek. Ayrı düşürecek; belki de bir daha hiç beraber olmamalarına neden olacak.

Kırgınlık.

Ama kalp kırgınlığı değil, ruh kırgınlığı.

Ruhunun çatlamış parçalarını yara bandıyla yapıştırmaya çalışan ve her seferinde bu yüzden narin parmaklarını kesip kanın bedeninden akmasına neden olacak bir ruh kırgınlığıydı benimkisi.

Sevgimi ve aşkımı acımasızca ayırıp farklı tabutlara koyduktan sonra toprağın derinliklerine gömmüş ve saklamışlardı. İçten içe çürümeye bırakmış, birbirlerinin hasretiyle kavrulmalarını keyifle izlemişti.

Ruhum, sevgimin yok oluşuna sevinmişti.

Küçücüktüm, onu gördüğümde. Sokakta tek başıma evin dış merdivenlerinde oturuyor, minik ellerim ince telli saçlarımı örerken iri mavi gözlerimi hemen önümde futbol oynayan çocuklarda gezdiriyordum. Her hafta yaptıkları bu maçlarda istisnasız hep berabere kalıyorlardı, kendi ufak güçlerini zorluyorlar, en az bir kere de olsa kazanmak için savaşıyorlardı.

Bulunduğum yere yabancı olduğumdan pek fazla arkadaşım yoktu o zamanlar, dillerini tam olarak bilmediğimden ben de olsun diye zorlamamıştım. O sıkıntıyla yanaklarımı havayla doldurup şişirdiğim zaman, maç oynayan çocuklardan birinin çok kötü düştüğünü görmüştüm. O, yerde acıyla bağırırken kimse onu umursamamış, kazanmaları gereken maça odaklanmıştı. Yani, karşı takımdan bir çocuk onun yanına gidip elini uzatıncaya kadar öyle sanıyordum.

Düşen çocuk gibi, ben de takılı kalmıştım o ele. Kendi takım arkadaşları bile umursamamıştı çocuğu, karşı takımdan biri neden yardım edecekti ki? Oyun olduğunu, çocuğu kandırmaya çalıştığını da sanmıyordum. Bakışları o kadar içten ve sıcaktı ki nedense buna inanmıyordum. Yerdeki çocuk da benim gibi düşünüyor olmalıydı ki, düştüğünde çizilen avuçlarıyla esmer çocuğun elini tuttu ve asfalt zeminden kalktı. Bir şeyler dediğini duymuştum ama anlayamamıştım, sanırım teşekkür etmişti.

Bu görüntü gülümsememi sağlarken, o esmer çocukla göz göze geldiğimde neye uğradığımı şaşırmıştım. Bir elim ördüğüm saçlarımda kalakalmış, bu ise onun gülüp bana göz kırpmasına neden olmuştu. O an, işte o an kalbimin taht odalarından bir tanesinin kapısının açık olduğunu ve birinin o kapıdan içeriye girdiğini hissetmiştim. O biri, Neymar'dı.

Daha sonra yıllarca izlemiştim onu, uzaktan. Haberi olmadan, minik kalbim yavaş yavaş büyürken büyütmüştüm onu kalbimde. Şuan lise sondaydık ve hislerim değişmemişti. Bir yavrunun annesine duyduğu muhtaçlığı, onun sevgisine duyuyordum. Ama tahmin ettiğim gibi, o bana hiçbir zaman sevgisini vermemişti.

Derin bir nefes alıp ellerimle yüzümü sıvazladım ve kendime gelmeye çalıştım. Uykunun beni saklandığı yerden çıkıp ele geçirmesine birkaç dakika da olsa izin vermiş; kafamı sıraya koyduğum gibi kabuslar diyarına gitmiştim. Fakat cırtlak sesli, biricik matematik hocamız yüzünden o diyardan hızlıca ayrılmak zorunda kalmıştım. Anlayamıyordum, benim uyumam onu neden ilgilendiriyordu? Sadece hiçbir halt yapamadığım ve yapamayacağım bu dersi anlatıp gidemez miydi?

Kırık Düşler BulvarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin