"Bay Ertan, üzgünüm ama ben... yapamam." Genç adam gözlerini kaçırıp yutkundu. Bunu yapamazdı, Balın'ı bırak kendisi de dayanamazdı. Sevdiğine gitmesi gerektiğini söyleyemezdi.
İç çekti Mert. Yanındaki çocuğun durumunu anlayabiliyordu; sanırım kızını seviyordu. Ama sevgili olmadıklarından emindi çünkü öyle bir şey olsa kızının evde tepineceğini tahmin edebiliyordu. Ve hatırladığı kadarıyla kızı öyle bir şey yapmamıştı. "Peki o zaman, ben bir yolunu bulurum. Yine de sağol oğlum."
"Önemli değil." Kafasını salladı, ardından da eliyle saçlarını karıştırdı. "Şey," dedi yavaşça. "Benim burada olduğumdan hiç bahsetmeseniz olur mu? Onu beklediğimi ya da onunla geldiğimi bilmemesi kendisi için daha iyi olur da."
Mert Ertan, Neymar'ın bunu neden istediğini anlamamış olsa da kabul etti. "Sen nasıl istersen evlat."
•
Göz kapaklarım ağırlaşmış, gözlerimi açmamı engelliyor; burnuma dolan tanıdık koku ise mayışıp daha fazla uyumak istememe neden oluyordu. Başım zonkluyordu, büyük ihtimalle deprem sırasında bir yere vurmuştum, hatırlamıyordum. Sol kolumu çevreleyen sert şeyin rahatsızlığıyla kaşlarımı çattım. Kolumu oynatamıyorum, sanırım bir halt etmiştim.
Kurumuş dudaklarımı birbirlerine bastırdığımda, gözlerimi açmak için kendimi zorladım. Sonunda başarıp beyaz tavanla bakışmaya başladığımda, elimin üzerindeki serumu görmem uzun sürmemişti. Yüzümü buruşturup iğne fobim olduğunu unutmaya çalıştım, filmlerde serumu çıkartıp atanlar kadar cesur olamadığımdan gözlerimi elimden çektim ve hastane odasında gezdirdim. O serumu unutturacak bir şeyler düşünmem lazımdı.
Bakışlarım tekli koltukta durduğunda yavaşça gülümsedim. Annem başını geriye yaslamış uyukluyordu. Üzerindekilere bakılacak olursa evden aceleyle çıkmıştı, çünkü Merve Ertan hiçbir zaman eşofmanla dışarıya adımını atmazdı. Onunla arada dalga geçebileceğim bir şey olduğunu fark edince, sırıttım. Anneye laf koyabilmek sayılı kişilerin yapabileceği bir şeydi.
Merve Sultan'ı uyandırıp uyandırmamak arasında gidip gelirken, bulunduğum odanın kapısı birden açıldı. Babam sessizce içeriye girmeye çalışırken gıcırdayan kapıya ters bir bakış attı, ardından da kafasını kaldırıp yatağımın bulunduğu yere baktı ve gözlerimiz kesişti. Yüzü anında bir gülümsemeyle gerilirken, birkaç adımda yanıma geldi, yaralarıma dokunmadan bana sarılırken bende sarılmak istemiştim ama aklıma bir kolumun alçıda, diğer kolumda da serum takılı olduğunu hatırlayınca sadece istemekle kalmıştım.
Geri çekildiğinde, eliyle önüme gelen saçlarımı düzeltti. "İyi misin kızım? Doktoru çağırayım mı? Ağrın var mı?"diyerek telaşla aklına gelen bütün soruları sıralamaya başladığında, kısık bir nefes aldım. Anlaşılan çekeceğimiz vardı.
"Ağrım yok, baba,"dedim yavaşça, bunun üzerine babam kaşlarını çattı ve bacağıma vurdu. Acıyla çığlık atıp alt dudağımı dişlediğimde de bana kötü kötü baktı.
"Ağrısı yokmuş, yesinler yokunu senin."
"Öyle vurursan tabi ağrır,"diye homurdandığımda, Mert Ertan ayağa kalktı ve tekli koltukta uyuyan annemi uyandırdı. Saat daha sabahın sekiziydi ve onun uyanmamış olması normaldi, annem uykuya düşkün biriydi. Uykuyu neden çok sevdiğimi şimdi anlamaya başlamıştım. Sanırım genetikti.
Annem gözlerini açıp olayı kavradığında, oturduğu yerden hızla kalkıp bana sıkı sıkı sarılmıştı. Canım acımıştı açıkçası, fakat ona bunu hissettirmemek için kendimi kasmıştım. Daha fazla endişelenmesini istemiyordum. Onun da sorduğu taramalı sorulara cevap verdiğim zaman, babam yanında yaşlı bir doktorla gelmiş, somurtmama sebep olmuştu. Filmlerde yakışıklı olmaz mıydı bu doktorlar?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırık Düşler Bulvarı
Short StorySevgi, öyle bir şeydi ki nefretin üzerini kar beyazı örtüsüyle kaplar; içten içe onu yok edip kalbi ele geçirerek ruhu yönetirdi. Aşk, onun yoldaşıydı. Can dostu, yönettiği krallıktaki kraliçesiydi. Birlikte olduklarında her şeyi, her zorluğu yener...