Ego Sum Nos - II

2.2K 62 10
                                    


Sema'nın bana anlattığı bir hikâye vardı. Eğer ondan hikâye anlatmasını istersen sana bunu anlatmayacaktır. Bu yüzden hikâyeyi deftere yazıyorum. Onunla konuşmalarım yoğun ilaç etkisi altında ve ancak yarısını anlayabildiğim şekildeydi. Bu yüzden kendimi suçlu hissediyordum. İnsanların anlattıklarını anlayamamanın kendi suçum olduğunu düşünürüm. Sema konuşurken duyduğum mahcubiyet yaşadığım birçok ıstıraba bedeldi.

Ona bu salaklığımın ameliyattan sonra düzeleceğini söyleyerek hem kendimi hem de onu rahatlatmaya çalıştığımda;

"Ameliyattan sonra uzun bir süre konuşulanlara anlam veremeyeceksin, operasyonun sana neler yapacağını bilmesem de ilaç tedavin bir süre daha devam edecek." dedi. Elbette daha birçok şey daha söyledi ama anlamadım.

Bu anlamadığım zamanlarda ondan bana hikâyeler anlatmasını isterdim. Nedense hikâyeler aklımda kalmış. Onları deftere geçirebiliyorum.

Bir keresinde "İnsan hayatında ortalama 36 defa bir katilin yanından geçip gider." gibi bir şey demiştim. Bunu ne düşünerek söyledim bilmiyorum. Bu kadar saçma ve sorulara neden olacak bir bilgiyi neden verdiğimi bilmiyordum. Sema'nın kafasında sorular oluşturmuştum.

Cinayetlerden suçlandığımda bu soruların yanıtını almıştı. Ne üzücü.

Her neyse ona bunu söylediğimde bana;

"Buna benzer bir hikâye biliyorum." dedi. İlaçların etkisinde olduğumu o hikâye anlatmaya başladığında fark ettiğim oluyordu. Bu da o zamanlardan biriydi.

"İnsanların savaşmak için doğup öldükleri bir zamanda geçiyor bu hikâye. O soğuk zamanlarda büyük bir savaş olmuş. İnsanların tamamının katıldığı bir savaşmış bu. Tarafların kim olduğunu, neden savaştığını hatırlayan artık yok. Ama savaşın şiddeti hiç unutulmamış.

"Savaşın en şiddetli olduğu ovada yağmur yerine kan, su yerine kan, renk yerine kan varmış. Kırmızıdan başka bir şey görülmez, işitilmez olmuş. İnsanların birbirlerini öldürmek için girdikleri zahmetlerin iğrençliğini kelimeler anlatamaz olmuş.

"Günlerce bu çarpışmalar sürerken hangi diyardan geldiği belli olmayan bir çoban ovanın ilerisindeki tepeden bu olanları görmüş. İnsan canının geçen zamandan bile hızlı harcandığını görmüş. Uzun süre bu vahşeti uzaktan izlemiş ve çok heyecanlanmış. İnsanlar her saat birbirlerini öldürmek için daha etkili ve korkunç yollar buluyorlarmış. Çoban savaşın şiddetine dayanamayıp katılmaya karar vermiş. Sürüsünü dağıtmış değneğini kapıp tepeden ovaya inmiş. Kimin kimle savaştığını umursamadan önüne gelene saldırmış. Savaşçılar da ona saldırmış elbette.

"Selah, çobanı tam 6 gün boyunca öldürememişler. Değneğinin ucunda yüzlercesi helak olmuş. Her iki tarafın savaşçılarının en iyileri çobandan gelen ölüme yenilmiş. Ordular artık birbirleri ile değil, çoban ile savaşıyormuş. Tabi buna savaş denirse. Katliam oluyormuş, yüzleri binler takip etmiş ve o zamana kadar ölen insandan çok daha fazlasını çoban tek başına ziyan etmiş.

"Ordular bu yalnız çobanın alt edilemeyecek kudrette olduğunu nihayet anlamışlar. Gözlerini bürüyen kan hırsından sıyrılmışlar ve çoban ile anlaşmaya karar vermişler. Çoban ise savaşın şiddetinin durulduğunu gördüğünde öldürmeyi bırakmış ve öne çıkanları dinlemiş.

"Ancak çobanın dilini kimse bilmiyormuş Selah. Dediklerini bir türlü anlamıyorlarmış. Bir türlü ortak bir noktada anlaşamamışlar. İnsanlar o zamana kadar anlaşamadıkları herkese saldırmış ancak o gün bunu yapamamışlar. Çobanı savaşın yapıldığı o utanç ovasında yalnız bırakmışlar.

Her Şey Ölmesi Gerektiği GibiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin