Castellum - V

1K 34 13
                                    

"Bir akıl hastası mı?" diye sordu İda, bana bakıyordu.

"Tam değil, ayrıntıları anlatma zevkini kendisine bırakıyorum. Lütfen rahatlayın ve onun sizinle konuşmasına izin verin." dedi İnzar. O da yardımcısı olan kıza baktı ve birlikte odadan çıktılar.

İda arkalarından "Beni psişik güçleri olan bir falcı hikayesi için mi kaçırdınız?" diye bağırdı ama onlardan bir cevap gelmedi.

"Psişik güçlerim yok ama falcı olmasam da biraz soğuk okuma yapabilirim." dedim sakince. Yüzüme baktı, makyajsız ve hırpalanmış haliyle hiçbir fotoğrafına benzemiyordu.

"Selamlar." dedim geciktirmeden, ilgisini kaybetmeye başlarsa panikleyecekti. İçinde bulunduğu şok durumunu sürdürebilmek için ilgisini çekmeye devam etmem gerekiyordu. "Nulla res nova in morte" derdik, "ölümde yenilik olmaz". Bu yüzden ilgisini ölümden başka konularla yenilemem gerekiyordu. Ancak bunu yapmak istemiyordum. Çünkü onun için artık ölümden daha önemli bir şey kalmamıştı. Bunu görebilmesini istiyordum.

"Cinayetler oluyor İda, şirketindekiler teker teker öldürülüyor. Sıranın sana geleceği de açık." dedim.

"Babam mı ayarladı bunları?" diye sordu. Tahmin ettiğim yere çok hızlı gelmiştik.

"Hayır." dedim, "Aksine, bu cinayetleri işleyen benim. Hepsinde tetiği ben çektim." dedim. Yüzüme dik dik baktı. Şaka yaptığımı düşünüyordu. Kafasını omzunun üzerinde sabit tutamayan ve konuşurken elleri garip garip hareket eden bu hasta adamın bir cinayet işleyeceğine inanmamıştı.

"Biliyorum, pek de iyi görünmüyorum. Ancak görevime devam etmem gerekiyor. Gerçekten sırada sen varsın ve bu gece bitmeden öleceksin. Burası kesin, bunu kendi içinde hallet ve konuşmaya başlayalım. Yapabileceğinden eminim." dedim ve beklemeye koyuldum.

Bu sırada ben de düzgün konuşabilmek için kendime mukayyet olmaya çalışıyordum. Geç saatlerde tuvalete gitmek bile benim için haftalarca üzerine düşünülecek olaylara neden oluyordu, şimdi ise İda Unat ile son konuşmasını bu haldeyken yapacaktım. İnzar'ın dışarıda olması bana güven veriyordu. Muhtemelen konuşmayı dinliyordu.

İda, parkelere bakarak geçirdiği dakikaların ardından kafasını kaldırdı. Pencereden dışarıya baktı, ben ise yüzüne bakıyordum. Pencereden dışarı bakma riskini almayacaktım, yüzüne ve yüzündeki geometrik değişimlere alışmaya çalışıyordum. Sesi, dudakları sanki kulaklarımın içinde yaratılmış gibi net şekilde çıktı;

"Öleceğimi bana söyleyerek sadece ölüme odaklanmamı istiyorsun. Bugün öleceğime inansam bile bunu yapmayı reddediyorum." dedi İda. Kararlılığı açıktı, ancak protesto içeriyordu.

"Bu durumu, ölecek olmanı hoş karşılamanı beklemiyorum. Ama kendinle işbirliği yapman lazım, son saatini homurdanarak ve küçümseyerek geçirmek istemediğini biliyorum." dedim.

"Evet, son saatimi bir hastane odasında geçireceğimi tahmin etmiştim ama bu şekilde değil." dedi İda.

"Biri bir konuda ne kadar incelikli alay ediyorsa o konuyu o kadar derinlemesine düşünüyor demektir değil mi?" diye sordum. Konuşmaktan kaçamayacağını anlıyordu artık.

"Sana benden bahsedeyim, sonra sana döneriz." dedim ve durumu anlatmaya başladım.

Artık alıştığımdan olacak ki başıma gelenleri anlatmak için daha az kelime ve daha doğru cümleler kuruyordum. Belki de gece anlattığımdan dolayı. Ne şekilde olursa olsun on dakika sonra İda'ya bana ne olacağını sormayı başardım.

Hayatını rutinlerle yaşamaya çok alışmıştı İda. Öyle ki rutinlerin, eğer sıkı şekilde takip edilirse insanın hayatını yaşamak zorunluluğundan azat ettiğini söylüyordu.

Her Şey Ölmesi Gerektiği GibiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin