''Ya tanıdığım biriyse?''

83 7 4
                                    



KASIM 2015

Hayatı çok hızlı akan bir trafiğe benzetiyorum. Büyük çoğunlukla yeşil yanıyor, sürekli hareket halindeyiz. Hani diyorlar ya, ''hayat devam ediyor'' , aynen öyle. Bir yakınımız vefat ediyor. Cenazesine gidiyoruz, dualar okuyor üzülüyoruz, yas tutuyoruz. Ertesi gün işe, okula, ''hayat gailesine'' devam.. Ara ara sarı yanıyor; hasta oluyoruz mesela. Ya da yorulup uzaklaşma ihtiyacı hissettiğimiz için yaşadığımız yerden, gördüğümüz bildiğimiz insanlardan kilometrelerce ötelere gidiyoruz. Bir kere kırmızı yanıyor: o da bizim Allah (C.C)'a kavuştuğumuz, Mevlana'nın tabiriyle Şeb-i Arus.. Başta demiştim, kader bizi avucuna hapsetmiş ama o açtığı oranda yetki bizde. İşte bize kaderin verdiği bu yetkiye dayanarak, bazen sarı ışığı biz yakmalıyız. Rüzgarın önünde savrulan bir yaprak gibi hayatın akışına kendimizi kaptırmamalıyız. Hayat bize yön vermemeli, biz hayatımıza yön vermeliyiz. Çünkü bu bizim hayatımız. Başkasının değil.

Ben de bugün evde kitap okurken bir anda içimde bir titreme hissettim. Evet içim titredi. her anımı dolu, verimli, insanlara faydalı olarak geçirmeye çalıştığım halde, o an kendimi çok değersiz, işe yaramaz hissettim. Oysa bu imkansızdı. Allah (C.C)'ın yarattığı her varlığın, karıncasından, filinden, insanına kadar, hepsinin bu dünyada bir misyonu vardı. Ben dünyayı da bir makineye benzetiyorum. Tüm insanlar, bitkiler, hayvanlar da bu makinenin birer dişlisi, vidası. Biri olmazsa makine çalışmaz. Bilim adamları bu benzetmemi, doğa için ''besin zinciri'' şeklinde kullanıyorlar. İlkokul Fen Bilgisi derslerinde öğretilen klasik besin zinciri örneği. Kartallar, kapasitelerinden fazla fare yerse, kalan fareler , tüm çekirgeleri yiyemeyecek kadar az kalırlar, bu yüzden çekirgeler tarlalara onarılamayacak zarar verir. Çiftçiler ürün alamaz, hayat durur. Denir ki ''evrende her şey, her şeyle; bir şey her şeyle ve her şey bir şeyle bağlantılıdır.'' Bu da benim sözlerimi doğrular nitelikte.

Bunları düşünmek bir nebze de olsa içimi rahatlatmıştı ama yine de yeterli değildi, bu yüzden hayata bir sarı ışık yakmak istedim.

İçimin daraldığı, nefes alamadığım, aklımın cevapsız sorularla boğuştuğu zamanlarda bilinçsizce evden koşup hiç düşünmeden gittiğim birkaç yer vardı senelerdir yaşadığım bu şehirde. Hepsinin anlamı, vazifesi ayrıydı. Huzursuzluktan muzdaripsem gittiğim yer farklı, kafam karışık ve bir karara gebeysem gittiğim yer apayrıydı. Neyin/kimin bana huzur vereceğini, karar almama yardım edeceğini, hayattaki varlığımı sorgulamama yardımcı olacağını çok iyi biliyordum. İnsanın kendini tanıması ne de güzeldi !

Şuan tam anlamıyla bir varlık sancısı çekiyordum. Ben kimim ve neden varım? Bu dünyada yaşama amacım ne? Neler yapıyorum? .... Bunca yıl ve bunca yaşanan şeyden sonra, evet hala bunları soruyorum. Ve bence insan bu soruları belli periyotlarla kendine sormalı. Sormalı ki unutmasın, nerden geldiğini, nereye gittiğini.. ve en önemlisi neyle gittiğini !

Kendimi dışarı attım. Havada keskin bir koku vardı. Daha kapıdan adımımı atar atmaz beynimde çınlamıştı koku. Neydi acaba, neyin kokusuydu. Algılamaya çalıştım ama ömrü boyunca aşamadığı sağlık sorunu nedeniyle yılın on bir ayı koku alamayan biri olarak sadece genzimi yakışını hissetmekle yetindim. Ne güneş vardı ne beyaz, güzel bulutlar. Kış gelmişti. En sevmediğim mevsim. Her zaman yaptığım gibi, dışarı attığım ilk adımdan sonra, birkaç dakika durup etrafa baktım. Dedim ya, hayata sarı ışık yakmıştım bugün. Her şey ağır çekimde ilerleyecekti, istediğim yerde durduracaktım bu trafiği. 

Aceleyle bir yere yetişmeye çalışan, lüks marka otomobillerin ardında bir adam karşıya, bu tarafa geçmeye çalışıyordu. Cadde üstünde daire kiralamanın, satın almanın görünmeyen tarafları. Buradaki trafik, hele de bu öğle saatlerinde canından bezdiriyor insanı. Adam bir sağa bakıyor, bir sola. Çift yönlü ve durmadan gelen arabaların bir an azaldığı anda kendini bu tarafa atacak, anlayabiliyorum çünkü ben de öyle yapıyorum. Bu hızlı şehirde yavaşlığa yer yok. Sabahları, tıpkı filmlerdeki gibi ayak üstü birkaç lokma alıp, montunuzu, ceketinizi giyerken hızla evde çıkarsınız. Kapı kilitler, asansörde devam edersiniz giyinmeye kaldığınız yerden. Hızla işe, okula gidersiniz. Öğle yemeğinde keyif şöyle dursun, oturacak bir yer bulup, çok hızlı şekilde yemeğinizi yiyip işinizin, dersinizin başına dönmelisiniz. Akşam olunca da tüm insanların bir sel gibi aktığı trafiğe karışmadan evinize dönemezsiniz, bu imkansız. Yürüseniz de aynı, bisiklet kullansanız da. otomobiliniz olması ya da toplu taşıma araçları kullanmanın sizi birkaç adım öne çıkaracağını sanıyorsanız yanılıyorsunuz. O kadar çok insan var ki bu saatlerde evine dönmeye çalışan, hangi yolu seçerseniz seçin en az bir saatiniz yolda geçer, yakınlık uzaklık fark etmez. Sonra evde hızlı bir akşam yemeği. Biraz televizyon, kitap derken zaten uykunuz gelir ve bir bakmışsınız olduğunuz yerde uyuyakalmışsınız.. telefonunuzun alarmı zaten otomatik her sabah 06.00'a ayarlıdır. Aceleyle kalkarsınız ve işte hep o kısır döngü..

Venedik'te Tek TabancaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin