Çelik, gözlerini kapamış sırtını ve başını yatağa dayamış, yerde yanyana oturdukları sarışını süzdü bir süre. Diğer taraftan da; telefondaki gizemli sesin sözleri çınlıyordu kulaklarında: "... o adama ailesinin tehlikede olduğunu söyle. Tedbir alsınlar!"
Kimdi bu insanlar? Nasıl bir oyun içindeydiler? En önemlisi de dost mu yoksa düşman mıydılar? Aklında dönüp duran sorulara daha fazla karşı duramayarak, konuşmaya hazırlanıyordu ki, genç kadının iyice titremeye başladığını fark etti. Islak elbiseleri yüzünden epeyce üşümüştü anlaşılan. Hastalanırsa işine yaramayacağının bilincine vardığından (asla başka sebepten değil Sevgili Okuyucu, lütfen gereksiz çıkarımlarda bulunma!), zihnindeki soruları askıya alarak, az önce plânladığının aksine harekete geçti.
Kumsaldakine benzer şekilde bedenini saran bir çift kol ile gözleri yeniden açılan Ilgın, bir kez daha kendisini havalanmış buldu. Ah, bu kadarı da fazlaydı ama!
"Ne yapıyorsun, manyak mısın!" diye çınladı sesi dört duvarda.
"Seni duşa sokuyorum." diye cevap verdi buna mukabil adam, aslında müthiş hoşuna gitmeye başlamıştı bu olay.
"Yahu, deli misin, ne çeşitsin... Bırak... Ben..."
Genç kadının sözleri ve çırpınışları duştan akmaya başlayan ılık suyla kesiliverdi, ardından da hazırlıksız yakalandığından ağzına burnunu dolduran aynı su yüzünden öksürmeye başladı. Çelik, tek eliyle Ilgın'ın bedenini iyice kendisininkine çekerek yapıştırırken, diğer eliyle de ısıyı biraz daha artırdı. Sarışın verdiği çabadan iyice bî'tab düşmüş, her türlü itirazını sonraya saklayarak, ince intikam plânlarını da aklının bir köşesine yazarak, öksürükleri dindiğinde bir şey demedi artık ve alnını adamın çenesinin altına dayadı.
Tepelerinde şıpırdayan damlalarla efsunlanan bir sessizlik etrafı kuşatırken, iki çılgın, elbiseleri üstlerinde birbirlerine sımsıkı sarılmış, tepeden tırnağa dakikalarca ıslandılar durdular. Ilgın'ın delirmiş zihni ve kalbi sakinleşerek düzene girerken, bedenini esir alan titreyişler de yavaş yavaş kaybolup gitmişti. Gecenin başından beridir duyduğu tüm endişe ve öfke de aynı şekilde Çelik'i terk edip giderken, üstünde tuhaf bir sükûnet belirmişti.
"Sen de ıslandın." dedi bir müddet sonra başını yukarı kaldırdığından bu defa çenesini göğsüne dayarken adamın.
"Hıı?" diye mırıldandı diğeri buna karşılık ne zaman kapadığını bilmediği gözlerini açarken.
"Sen de ıslandın. Üstün başın sırılsıklam oldu diyorum."
Çarpık gülümsemesiyle, çekici bir şekilde omzunu silkti adam ve Ilgın onun bu halinden nefret ederken sebepsizce:
"Önemli değil. Hallederim." diye cevap verdi, bir yandan da duşu kapatıyordu.
Ayakta ve karşı karşıya duruyorlardı şimdi. İkisi de ıpıslaktı.
"Uzak dur artık benden." diye tısladı sarışın, saçlarından akan sular yüzünden gözlerini kırpıştırırken.
"Ben de meraklın değilim zaten." dedi adam, aynı durumda olduklarını bilse de kızın haline kahkahalarla gülerken ve onu yine kocaman bir havluya sararken.
"Tavşan da çıkarabiliyor musun?"
"O ne demek?"
"Hayır, nasıl yapıyorsan, sürekli bir havlu buluyorsun da."
"Haha, bak sen sarışına, komik de olabiliyormuş."
***
"Allah aşkına bir rahat dur!" diye gürledi Çelik. Sabrının sonuna gelmişti, her an elinden bir kaza çıkabilirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜVENLİ AŞK (SEVGİLİ OKUR SERİSİ)
Phiêu lưu-Neyir; dedi genç kadın adeta fısıldayarak. -Ilgın; diye cevapladı o da beti benzi atmış bir şekilde. -Şimdi sen bizi, şu koca Antalya'da ve şu koca otelde bula bula amcamın en azılı, en büyük ve en diş bilediği rakibinin masasına mı oturttun? ...