Dudaklarımı Şelale'nin dudaklarına örttüğümde, sadece bir kaç saniye cenneti yaşadım. Ardından cehennemin bana koştuğunu bilmeden.
Sanki o anları yavaş çekimde hatırlıyorum, her detayı zihnime kazılı.
Şelale'nin arkasında ki bahçede dalı kırılmış bir incir ağacı, onun dibinde ki renk renk çiçekler. Hepsi, her şey aklımda. Şelale'nin bana bakan çatık kaşları, sinirden mosmor olmuş yüzü ve tiril tiril titreyen elleri.
"Ne yaptığını sanıyorsun sen ya?!"
Sadece sustum. Gözlerinin içine baktım ve bir olumlu pırıltı aradım, minicik bir şeyle bile yetine bilirdim ama hayır, gözleri kapkaraydı, bedenime zehir saçıyordu adeta. Şelale çantasını alıp gidecekken, kolunu tuttum.
Yaşlı gözlerim ve kısık sesimle sadece "gitme" diyebildim ona. Kapkara gözleri gözpınarlarımda biriken yaşlara baktı, ve konuştu.
"Bak, Lâl. Hemcinslerinden hoşlanıyor olabilirsin, bu senin hayatın. Ama sakın beni çöplüğüne sürüklemeye çalışma. Sakın." Dedi ve tuttuğum kolunu sertçe çekip beni duygularımla baş başa bıraktı o bankta. Dizlerimi kendime çektim, yüzümü bacaklarıma gömdüm ve kendime sarılıp ağladım.
Çünkü ben yalnız doğmuş, yalnız büyümüştüm. Bunun değişmesini nasıl beklerdim kendimden?
Kaç saat o bankta o hâlde ağladım bilmiyorum. Ama en sonunda başımı kaldırıp gözlerimi sokağa açtığımda acıdan gözlerim sızlıyordu. Yavaş hareketlerle çantamı omzuma attım ve okula doğru yürümeye başladım. Saçlarımı yüzüme doğru açmış, insanların beni görmesini engellemeye çalışmıştım.
Okula vardığımda, sessizce demir kapıdan geçtim ve okulun eski tarz tahta kapısını ardımdan kapattım.
Okulun girişinden en alt kata indim ve yazma becerileri sınıfına girdim. İçerinin boş olacağını bildiğimden kontrol etmemiştim. Çantamı yavaşça yere bıraktım ve bir sıraya oturup ağlamaya devam ettim. Hiç bir ses çıkarmadan, sessiz sedasız ağladım. Şelane'nin sırasına baktım ve yazdığı satırları okudum.
"Bu hayat böyle geçer mi?"
Hayatım böyle geçer miydi? Ezilerek, itip kakılarak.. Geçer miydi sahi? Yoksa bu filmin frangmanını beğenmedim deyip dayar mıydım silahi göğsümün tam ortasına, susturmak için kalbimden gelen gürültüyü?
Düşüncelerimi omuzlarıma değen parmaklar bölmüştü.
"Suskun kız?"
Ağlamaktan kanlanmış gözlerimi Zeus'a çevirdim.
"Ne işin var senin burada?"
"Kötü hissediyorum ve huzur bulduğum yerdeyim."
Yanıma oturdu ve elinde ki siyah deri kapaklı defteri masaya bıraktı. Elleri ellerimi avuç içlerime aldı. "Ne bu hâl?"
"Zeus, bunlar benim normal hallerim, beni kırk yıldır tanıyormuş gibi davranma."
"Kim üzdü seni Lâl?"
Ellerimi avuçlarından sertçe çektim.
"Söylesem ne yapacaksın, hesabını mı soracaksın karşısına geçip? Sen bu kızı bu hâle ne hakla getirdin mi diyeceksin? Ne bokuma yarayacak söylesene!"
Zeus hiçbir şey demeden başımı göğsüne yasladı ve sadece "ağla" dedi. Gözlerimdeki yaşları saldım ve tane tane gözlerimden akışını hissettim. Ardından hıçkırıklarım ve Zeus'un bedenime dolanmış kollarını.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kaldırım Taşları
No FicciónSen ve ben sevgilim; iki farklı caddede aynı yerinden kırılan, aynı köşesinden çiçeklere yer açan kaldırım taşları gibiyiz.