No8

487 67 52
                                    


"Sana en az milyon kere,  konuşamamanın benim için bir zararı olmadığını söyledim Hyungwon. Sen, cidden aptal mısın? Biliyor musun.. cidden sıkıldım. Kendini yetersiz bulup bana patlamalarından sıkıldım, sevgime inanmamandan sıkıldım. Ama artık inandırmak için uğraşmayacağım."

Hızlı adımlarımı yatak odamıza doğru ilerletirken salonda devrilen birkaç eşyanın sesini duyabiliyordum. Gözlerimi birkaç saniyeliğine yumdum ve derin bir nefes verdim. Artık zamanıydı, gitmeliydim.

Odaya girdiğimde yatağın altından çıkardığım valize rastgele kıyafetlerimi tıkıştırdım. Bana gerek olacağını düşündüğüm birkaç şeyi de alırken dolaba tutunmak zorunda hissetmiştim kendimi. İçimdeki iğrenç his midemi bulandırıyor ve başımı döndürüyordu. Yutkunup valizimi kapattım.

Ona bakmamaya özen göstererek kapıya ilerlediğim sırada beni durdurmak için en küçük bir hamlede bile bulunmaması içimdeki kırıkların bedenime daha da batmasına neden olmuştu.

Sonunda kendimi dışarı attığımda hali hazırda duran gözyaşlarımı özgürlüklerine kavuşturdum ve telefonumu çıkarıp tam olarak göremediğim ekranda birkaç kelime yazıp gönderdim.

Gönderilen; Joohoney

Beni alır mısın?

Sırtımı arkamdaki duvara dayadığımda düşüncelerin beni ele geçirmemesi için saçma sapan bir şarkı mırıldanıyordum.

Bir boka yarıyor muydu?

Hiç. 

Pekala, bir özet geçeyim. 

Son birkaç aydır Hyungwon doktora gidiyordu. Doktor, konuşma olasılığının eğer sabırla seanslara katılmaya devam ettiği taktirde yüksek olduğunu söylemişti. Onu hiçbir zaman doktora gitmesi için zorlamama rağmen her seanstan gelişinde kavga edip, tüm suçu bana atıyordu. Oysa ben onun kendi yaşamını kolaylaştırması için desteklemiştim onu. Benim için konuşmaması hiçbir olumsuzluk teşlik etmiyordu. Ben zaten onun gözlerinde kaybolup, dokunuşlarıyla bile muhabbet edebiliyordum. Bazen bir hareketinde bile ne düşündüğünü anlayabiliyorken konuşup konuşmaması benim için önemsiz bir detaydı. Peki neden kalbimi kırmayı seçmişti ben bu denli severken?

Kavgalar artık sınırını aşmıştı ve dayanamıyordum, nefes alamıyordum o evde. 

Demek ki gitmenin zamanıydı.

•○•○•

"Çorapların neden televizyonun üzerinde?" ses tonum yakınırcasına çıkarken Jooheon göz devirdi ve elindeki yastığı yüzüme fırlattı.

"Sanki sen çok düzenlisin."

"Öyleyim tabii."

Adımlarımı lavaboya ilerletirken telefonumdan gelen titreşim sesi yolumu kesmişti. Geriye dönerek telefonumu elime aldım ve kilidini açtım.

Gelen: wonwon~♡

Şehrin sınırındaki, daha önce gittiğimiz yere gelir misin? Seni bekleyeceğim.

Gözlerimin otomatik olarak dolduğunu hissederken derin bir nefes aldım. 3 haftadır onu görmemiştim.

Koskoca 3 hafta.

Gözlerimi elimin tersiyle silip cevap yazmak için kendime süre tanıdım biraz. Ne için çağırmıştı? Özür mü dileyecekti, yoksa son söylemek istediklerini mi söyleyecekti? 

Aklımdaki tüm soru işaretlerini dağıtıp, cevaplamak için parmaklarımı ekranda gezdirdim. 

Giden: wonwon~♡

Geliyorum. 

*****

Her zaman oturduğumuz uçurumun başına oturmuştu yine. Başı biraz gerideydi, yutkunurken aşağı doğru hareket eden adem elmasını seçebiliyordum. Güneş batmaya yakındı ve gökyüzü turuncuya bulanmıştı. Yüzüne yansıyan güneş onun ne kadar güzel olduğunu bana hatırlatmak ister gibiydi. Yutkundum. 

3 haftadır atlatmaya çalıştığım yıkım beni yakalamıştı yine, kolayca. 

Sonra gözleri beni buldu. Tatlı tatlı gülümsedi. 

Gülümsedim. 

Bir yanım 'her şeyi siktir et, git atla kucağına' derken diğeri de 'saçmalama olum, ikinizde birbirinizden dengesizsiniz. Olmuyorsunuz işte.' diye bağırıyordu resmen. 

Kesik bir nefes aldım.

Yanını işaret etti, sorgulamadım. 

Kokusunu özlemiştim. 

Taşları ayağımla ittirip oturduğumda onun gibi manzaraya diktim gözlerimi. Bakışlarını üzerimde hissetsem de ona dönemiyordum. Görsem o kahverenginin en berrak tonu olan gözlerini, yine kaybolurdum ki. 

Sonra oturduğum zemine yerleştirdiğim elimde bir dokunuş hissettim. Önce parmaklarını okşar gibi gezdirdi elimin üstünde. Ardından kavradı sıkıca. Konuşmasına gerek yoktu, anlamıştım bile. 'Özür dilerim, seni seviyorum.' diyordu. 

Yanağımın içini ısırdım. Ağlamamak için zor tutuyordum kendimi. Yeni kavrulmuş kahve kokuyordu yine, boynuna yapışıp o kokuyu içime hapsetmemek için zor tuttum kendimi. 

Baş parmağıyla avcumun içini okşadı. Sonra öptü tam oradan. Titredim.

Elimi bıraktıktan sonra sağ kolunu belime attı, bedeni bana dönmüştü. Başını boynuma gömdü ve durdu bir süre öyle. Az önce hayalini kurduğum şeyi o cesurca yapmıştı şimdi. Derin bir nefes aldığını duydum. 

Sonra hafif bir ıslaklık hissettim. Ardından dudakları dokunmuştu tenime. Hem ağlıyordu, hem öpüyordu.

Nefesim kesildi. 

Bu nasıl bir histi biliyor musunuz? Biri kalbimi tutmuştu atmaması için. Göğüs kafesime baskı yapan bir güç vardı, ayrıca midem kasılmıştı. Nefes almak için yutkundum sessizce.

Genelde Hyungwon'un güzelliğinin yanında sönük kaldığımı düşünürdüm. Kıskanmazdım asla, o çok mükemmeldi sadece. 

Ve mükemmelliği ona özgüydü.

Fakat o bana bu kadar güzel hissettirirken, nasıl dünyadaki en mükemmel varlıkmışım gibi hissetmezdim ki? 

Elimi saçlarını buldu, okşadım sarı tutamlarını. Hindistan cevizli şampuan kokusu burnuma gelince gülümsedim. 

Burnunu sürttü boynuma kedi gibi. Kıkırdamıştım. 

Yüzünü kaldırıp dudağıma minik bir öpücük kondurduktan sonra aralık dudaklarına odaklanmıştı bakışlarım. 

"S..s-eni, ç-ok ö..zl-edi-m."

(Y/N: Çocuk yeni konuşmaya başladığı için zorlandı bunu söylerken)

BEKLE, NE? 

****

final yapacaktım kıyamadım diğer bölüm final zaten ne yazdığımı unutmuşum amkdifşisrlgtşprkst

Flawless || HyungKyunHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin