Döküştüren yağmurun arabanın camına çarpış sesleri, kulaklarıma dolup taşan siren sesleri, gözümden gitmeyen ailemin ceseti...
Ne olduğundan bi' haber olarak koltukta hareketsizce yolu izliyordum. Bu adamlar kimdi ve ailemi neden öldürmüşlerdi? Silahlarından çıkan patlama sesleri kafamda dönüyordu; Bir vuruş ve dört saniyenin ardından ikinci vuruş, iki saniye sonra üç tane peş peşe vuruş...
Nereye gidiyordum? Gözlerim yavaş yavaş kapanıyordu, fazla hırpalanmıştım. Kaçmam imkansızdı zaten. Hareket yetisi olmayan bacaklarımla nereye kaçabilirdim ki? Beynim olanlara ayak uydurmayı beceremiyordu. Resmen tıpkı bacaklarımı kontrol edemediği gibi kafamdaki sesleri durdurma komutunu da veremiyordu, sesler susmuyordu. Her saniye çınlamalar daha da şiddetleniyor, durum sinir bozucu bir hâl alıyordu.
Sönük sokak lambalarıyla dolmuş eski bir sokağa girdi araba. Etrafı aklıma kazırcasına detaylı takip ediyordum. Şuan uyumanın zamanı değildi. Korkunçtu. Berbattı. Uğradığım şeyler karşısında tepki gösteremez hâle gelmiştim ve kafamın içinde mücadele veriyordum. Artık bir ailem yoktu. Belki de artık bir hayatım bile olmayacaktı. Ama şuan nedense bunlara odaklanmayıp bu andan sonrasını düşünüyordum. Ne olduğunu kafamda kurgulayacak gücüm yoktu. Korkuyordum.
Araba durdu. Yanımdaki adamların suratlarına baktım, maskeli suratlara. Hepsinin suratında kırmızı, anlam veremedigim semboller olan maskeleri vardı. Bu maskeler bir yerden tanıdık geliyordu. Hafızamı zorladım; 8 ay önce.
Bu maskeler, sekiz ay önceki ailemle geçirdiğim korkunç araba kazasında arabamıza çarpan kamyonetin içindeki adamların suratlarında vardı.
İrkildim. Sağ ve solumdaki adamlar kollarımı kavrayıp kolaylıkla beni dışarı çıkarttılar. Hava soğuktu. Çok soğuktu. Arabadan indik ve bir kaç adım yürüdük. Evet, yürüdük. Evet. Yürüyordum. Sekiz aydır yavaş yavaş ilerleme kateden yetisini kaybeden bacaklarım tam da şu esnada harekete başlamıştı. Bu tanrının bir lütfu muydu? Yoksa bedenimin tepkisi miydi? Şok içindeydim. Son yarım saatte yaşanan herşey kafamı durdurmuş, hislerimi donuklaştırmıştı. Şok buydu sanırım.
Kollarımı kavrayan eller çekildi, hiçbir şey söylemeden sadece öylece beni bırakıp geri döndüler ve siyah minibüsü andıran Mercedes marka arabaya bindiler. Tepkisizliğimden fırsat bilip beni mi ezeceklerdi? Kafamdan birçok şey geçiyordu, acaba ölecek miydim yoksa yaşayacak mıydım?
Arabanın olduğu yere baktığımda arabanın orda olmadığını farkettim. Dalmıştım. Şimdi ne olacaktı? Neler oluyordu? Ben sadece 13 yaşında bir kız çocuğuydum.
İzlediğim filmlerden aşinaydım bu sokaklara. Issız, eski sokaklar. Gerçekten bomboştu. Yağmurun sesi vardı sadece ve sirenler de susmuştu. Ne yapacağımı bilmiyordum. Hiçliğe terk edilmiştim adeta. Telefonum, Telefonumu yoklamak için bacak arama dokundum. Altımdaki dar taytın içinden, bacağımın iç yüzüne sıkıştırmıştım. Polisi arayacaktım. Kafam sadece bunun için çalışmıştı. Titreyen parmaklarımla düğmeye bastım
Lanet olsun, neden açılmıyordu? Sarjı mı yoktu. Denedim, defalarca o tuşa bastım lakin hiçbir şey olmamıştı. Bedenim yenik düştü ve yere yığıldım. Bacaklarıma bir ağrı saplandı ve kasıldım. Ağlamaya başladım
Bağırdım.Bu olaylara çok alışımış gibi tepkiler veriyordum ancak ben sadece küçük ve sevimli bir kasabada huzurlu bir ailenin içinde yaşıyordum. Korku sarmıştı her tarafımı. İliklerime kadar korkudan başka hiçbirsey yoktum Kafam almıyordu? Bacaklarım çalışıyordu, ailem gözlerimin önünde baskınla taranmıştı, kaçırılıp sokağa atılmıştım, evden alınıp minibüse yerleştirilirken evimin çevresinde bir sürü maskeli adam vardı, elindeki bidonları boşaltıyorlardı.
Gözlerimin kapanmasına karşı koyamıyordum, bir silüet gördüm. Bana doğru gelen bir silüet. O ana dair hatırladığım son şey ağzımdan çıkan yalvarış cümleleriydi; "Lütfen," demiştim. "Lütfen beni kurtar."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavi Vahşet
Novela JuvenilÇok cana son nefesini verdirdiğim o silahın namlusu şimdi de benim kafama dayalıydı. 9 ay boyunca aklımdan geçtiği gibi, aklımdan en son geçen şey de o olacaktı. Küçücük bedenine dünyaları verebileceğim parçam; oğlum. Pars'ım. Kanımdan gelen kötü ko...