BÖLÜM 2 - HAYALLERİMİZDEKİ KURTARICI

122 8 12
                                    

  " Hayır, vazgeçtim." Dedi Yıldırım. Sesi kalındı ve zırhın sistemi tarafından parazitlendiği için sahibinin kim olduğu tahmin edilemiyordu. Yürüyerek kapsülün yanına gitti. Ama Üç ve Dört derin uykudaki arkadaşlarına bir şey yapacak endişesiyle koşarak önünü kestiler hemen. Zırhlı birine karşı dezavantajda olsalar da Üç diğerlerinin sorumluluğunu hep üzerine aldığı için renk vermiyordu hiç. Tatmin edici bir hasar veremezlerdi belki ancak onu uzakta tutabilirlerdi, bunu yapacak kadar güçlüydü her biri. Yine de oldukça korkuyordu Üç, o hep abarttıkları Yıldırım karşılarındaydı. Şimdiye kadar onu ve arkadaşlarını esir tutanlar hep Yıldırım'ın ne kadar tehlikeli olduğundan bahsederlerdi. Üstlerinin güvenilirliği tartışılırdı ancak ciddiyetlerinden taviz vermezlerdi. Ayrıca bilincinden yoksun olduğunu da söylemişlerdi ancak şimdi hiç de öyle görünmüyordu. Üç'ü koluyla nazikçe önünden çekti ve Yedi'nin tutulduğu kapsülün şifrelerini teker teker kırdı. Bilinçsiz bir yaratık elektronik şifreleri kıramazdı.

    Bunu yapması birkaç saniyesini almıştı ancak cam kapsül açıldığında, içindeki bulanık sıvısını dışarı aktığında, Yedi de yavaşça yığıldı çamurların üzerine. Bir kabustan uyanıyormuş gibi dirilip ciğerlerinde kalanları da boşalttıktan sonra tek kolu bir fil dişi gibi uzayıp sertleşti, derisi kalınlaşıp pullarla ve dikenlerle doldu. Ayağa kalkıp bu kemik mızrağını gördüğü ilk zırhlı adamın karın boşluğuna sapladı birden, yılların kazandırdığı alışkanlığıyla. Sözde üzerine çarpan roketlerin sadece duman lekelerini bırakabildiği zırhında tek seferde arkası görünen bir delik açılmıştı, yine de salt kemikten kolu kırılmıştı.

Geri çekilip gardını aldı hemen Yıldırım. Gövdesindeki yara, sönmekte olan kor parçaları kadar aydınlanıp yavaş yavaş kendini onarırken " Dövüşmek istemiyorum!" Dedi. " Size ihtiyacım var. Sizin de bana." Ardından hala parçalanmış olan zırhını plakalarını kopararak çıkardı üzerinden. " Ben de sizin gibiyim. Lütfen, düşmanınız değilim!"

İki, hayretler içinde kalmıştı onun yüzünü gördüğünde. Oysa Beş'in dikkati bükülmüş plakalarda kalmıştı. Boyu Yedi'den kısa, Dört'ten uzun, omuzları da Dört'ten kısa Yedi'den uzundu. Formda görünüyordu evet, ancak en güçlüleri bildikleri Yedi bile bu kadar dayanıklı metalleri elleri zarar görmedikçe bükemiyordu. Gözleri tıpkı İki'nin sahip olduğu gibi maviydi, ancak şimdi sönmüşlerdi. Saçları koyu kestane rengindeydi ama dağınıktı, düzgün kesilmediği belli oluyordu, hataları gizlemek için bol bırakılmıştı. Zırhından arındığında sesi hala kalın geliyordu, ama İki'de biraz olsun güven duygusu uyandırmıştı. Türklere benziyordu, geniş omuzluydu ve yapılı bir çenesi vardı. Ama bir İngiliz kadar akıcı ve net konuşuyor, bir Fransız kadar dikkat ediyordu duruşuna.

" Bekle Yedi." Dedi Üç. Bir şeyin farkına varmıştı. Hemen avucunu kaldırıp düşen damlaları izledi. Yağmurun akışı bozulmaya ve Üç'ün avucunda toplanıp buzullaşarak birikmeye başladı. Elinin üzerinde ufak bir bulut dolaşıyordu. Üç, avuçlarında birikmiş karı eritip suya çevirdi ve tekrar soğutup bir sarkıta dönüştürdü. " Bunu sen mi yaptın?" Dedi Yıldırım'a dönerek. Elindeki buz sarkıtını yere sapladığında tekrar eriyerek suya karıştı.

" Evet, ama bana zarar verebilmeniz için değil. Hayır, artık böyle şeylerle ilgilenmiyorum. Yani, yaklaşık dokuz aydır."

" Bizi öldürmeyecek misin yani?" Dedi Dört. bir yandan da kendi yeteneğini kontrol ediyordu.

" Öldürmeyeceğimi söyledim."

  " Savaşmıyor muyuz? Peki ben, dur bir dakika! Ama sen, Yıldırım'sın! Çocuklar!" Dedi ve Beş'in yüzüne bir cevap aramak için baktı Yedi. Hiç kimse yerinden kıpırdamıyordu. Hazır herkes yeteneklerini sınırlayan cihazlarından kurtulmuşken, kendini yağmurdan koruması için alevden bir şemsiye açtı üzerinde Beş. Rüzgardan bir kubbe oluşturarak ona katıldı Sekiz.

Yıldırım'ın Efsanesi: B.İ.R.L.İ.K.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin