1. BÖLÜM

753 77 26
                                    

Geçmişin getirdiği bu derin yaralar bir türlü kapanmıyordu. Her sabahlarım karanlık, her düşlerim kabusa dönüşüyordu. Bu acı bir kara delik gibi içine çekiyordu beni. Yalnızlık, annesizlik, babasızlık bunlar çok ağır, çok derin yaralar. Ne bu yükü kaldırabiliyorum ne de bu yaraları kapatabiliyorum.

Daha altı yaşındayken annemi ve babamı yangında kaybettim. Gece saatlerinde evimizde nedeni bilinmeyen bir şekilde yangın çıktı. Komşularımız fark etti yangını ve bizi kurtarmak için seferber olmuşlardı. Ilk önce beni çıkardılar yangından, sonra annemi ve babamı.. Üçümüz de ambulanslara bindirilip, hastaneye götürüldük. Ben iyiydim, sadace duman nedeni ile öksürüyordum ama annem ve babam iyi değillerdi. Çünkü yangın onlara daha yakındı. Bu yüzden onlar daha çok etkilendiler.

Daha sonra bir hemşire geldi yanıma ve o acı cümleyi söyledi "Annen ve baban cennete gittiler." Kimi kandırıyordu acaba, seni tek başına bıraktılar, terk ettiler seni demiyorda cennete gitti diyordu. Ben o zaman anladım öldüğümü, o zaman fark ettim yaşayan bir ölü olduğumu. Ne yapacaktım ben ne olacaktı bana..

Babaannem cenaze bittikten hemen sonra, elimden tutup yetimhaneye götürdü beni, daha kalbimdeki yangın sönmemişken, gözyaşlarım dinmemişken bir acı daha yaşadım. Sanki içimde bir tsunami oluşmuştu. O dev dalga bütün şehrimi yutup geri gitmişti. Şimdi bu şehri nasıl düzeltecektim bilmiyorum.

Gözlerimden yağmurun şiddetli yağması gibi halâ gözyaşları akarken yetimhanenin müdüresi beni, duvarları şeker pembesi renginde, beş kişinin olduğu bir odaya getirdi. Sağda üç solda da üç tane olmak üzere altı tane yatak vardı.

Sağdaki en son yatak boştu, çünkü o yatak benimdi. Geçtim yatağıma, kaldığım yerden devam ettim ağlamaya, ben ağlarken yanıma kadim dostum, kardeşim İpek geldi. Gözyaşlarımı silip bana sıkıca sarıldı ve o günden beri hiç ayrılmadı benden, tabii bende ondan ayrılmadım.

Nihayetinde o gün geldi. Bundan sonra hayat ile asıl şimdi mücadele edeceğiz. İpek de bende 18 yaşımıza girdik. Yetimhaneden ayrılmak zorundaydık. Çünkü 18'ini dolduran herkes yetimhaneden ayrılmak zorundaydı.

İpek ile birlikte eşyalarımızı toplayıp bavula yerleştirdik. Diğer oda arkadaşlarım Rüya, Dilara, Elif ve Zeynep de eşyalarını topladılar. 6'ımız da boş koridorlarda yürüyüp, yetimahanenin büyük, siyah, demir kapısına geldik. Orada birbirlerimize sıkıca sarılıp, ağladıktan sonra ayrıldık. Aslında burdan ayrıldığım için üzülüyordum. Çünkü güzel günlerim olmuştu ve alışmıştım buraya.

Tuttuğumuz 1+1 küçük şirin evimize geldik. Ev biraz bakımsızdı, duvarların boyları dökülmüştü ve tavanın köşelerinde örümcek ağları vardı. Ama bunlar bizim için sorun değildi hatta çok iyiydi çünkü az da olsa acılarımızdan başka şeyleri, düşünüyorduk. İpek elindeki çantayı yere bırakıp evin tavanını ve duvarlarını kendi etrafında dönerek inceledi ve bana bakıp "Güneş." dedi.

Evet adım Güneş'di. Güneş Akay'dı. Ama ben ne adım gibi aydınlık ne de soyadım gibi beyaz bir aydım. Karanlık ve siyahtım. İpek elimden tutup gözlerime baktı baktı. "Bak kardeşim sakın unutma bir gün o güneş doğacak ve bizi aydınlatacak " dedi, sıcak bir tebessüm ile. "Biliyorum kardeşim biliyorum o günde gelecek" dedim, bende ona karşı tebessüm ederek.

İkimizde çantalarımızı bir köşeye koyup beyaz renkte olan çıplak parkeye, ayaklarımızı bağdaş yaparak oturduk. İpek "Bugün ne yapıyoruz?" dedi. "Bugün ilk olarak evi temizliyoruz. Daha sonra yarın postaneye gidip para çekip, duvar ve tavan için boya alıp, evi boyayacağız."

Devlet bize bir maaş bağlamıştı, her ay İpek ile birlikte o parayı alacaktık. Bende İpek de 150 lira alıyorduk.

Yarın ilk parayla boya alıp evimizi renklendirecektik.

DUYULAN SESSİZLİK Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin