MK 6

651 59 6
                                    

Düzenlenmiştir.

◆◇◆◇◆◇◆◇◆◇◆◇◆◇◆◇◆◇◆◇◆◇◆◇

Ilık esen rüzgara karşı yüzünü dönmüş gün batımının o muhteşem kızıllığını izliyordu. Çok güzel bir manzaraydı. Önünde uçsuz bucaksız kıvrılan denizde hayran kalmış olmalı ki bu görüntüye bir kopyasını da kendi üstüne işlemişti. Etrafında çiçek açmış meyve ağaçlarının mis kokusu, ayağının altında yumuşacık kumlar, gökyüzünde uçuşan martılar adeta ona bir gösteri yapıyorlardı. Gülümsedi. Parlak turuncu saçları esen rüzgarda dalgalanıyor elbisesi de ona ayak uyduruyordu. Sonra birden deniz köpürmeye başladı. Neler oluyordu, sular artmaya ayağının altına kadar gelmeye başlamıştı. Hayır ona dokunmalarını istemiyordu, bu iyi değildi bunu sevmiyordu ama su durmuyordu, geliyordu. Bir kadın sesi duydu "Bana gel tatlım, bak burdayım seni bekliyorum." arkasına döndü suyun içinden çıkmış sudan oluşmuş bir kadın ona sesleniyordu. Sapsarı saçları, mavimsi bir teni vardı. Masmavi gözleri hırsla parlıyordu. Kimdi o? Tanımıyordu onu hayır sevmedi onu kaçmaya başladı. Aniden önünde bir toprak yığını belirdi. Yavaş yavaş büyüdü büyüdü ve bir kadın şekline büründü. Simsiyah saçları koyu renk bir teni vardı.Yemyeşil gözleri kötülükle parlıyor ona sesleniyordu "Bana gel güzel kız, gel bana." diyerek ellerini açtı ve ona doğru uzandı. Hayır onu da istemiyordu. Neler oluyordu bunlar da kimdi? Korkuyordu, koşmaya başladı. Bu seferde yukarıdan bir şey üstüne doğru geliyordu. Çığlık atarak olduğu yere kapandı o şeyin çarpmasını bekledi ama beklediği gibi olmadı. Yavaşça kafasını kaldırdı ve bir kadın daha gördü. Gri saçları uçtuğu için havalanıyor, soluk teni güneşte gümüş gibi parlıyordu. Kanatları vardı, büyük kuş tüylerinden yapılmış gibi duruyordu. Metalik gri gözlerinde fırtınalı bir gün gibi şimşekler çakıyordu. O da ona doğru uzandı ve "Gel bana bebeğim, sahibine gel." dedi. İşte ne olduysa o anda oldu. Büyük bir kasırganın onu olduğu yerden havalandırdığını hissetti önce, sonra büyük bir dalganın onu içine çektiğini ve daha sonra da büyük bir toprak yığınının altında kaldığını. Üçü de aynı anda yaşanıyordu. Hiçbir şey göremiyor, konuşamıyor, nefes alamıyordu. Ölecek gibi hissediyordu. Hayır ölmek istemiyordu daha çok küçüktü. Kurtulmaya çalıştı ama bu imkansızdı, üç etken tarafından sağa sola savruluyordu. Nefes almalıydı, buna ihtiyacı vardı. Düşünemiyordu tükenmişti, bilincini kaybetmeye başladı. Hava, su, toprak. Hava, su, toprak. Hava, su, toprak. Sıcak bir yere düşüyordu. Hava, su, toprak. Hava, su, toprak. Bu hissi biliyordu, bunu tanıyordu. Ateş.

Çığlık atarak uyandı

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


Çığlık atarak uyandı. Neredeydi, kimdi, ne zamandı hiçbir algısı yoktu. Kendini tamamen kaybetmişti. Etrafına bakındı bir kadın yanına gelmiş endişeli gözlerle ona bakıyordu. Onu tanımıyordu. Kadını incelemeye başladı. Tıpkı onunki gibi parlak kızıl saçları biçimli yüzünü iki yandan çevrelemiş omuzlarına doğru kıvrılarak dökülüyordu. Kırmızımsı bir kahverengi olan büyük gözlerine siyah uzun kirpikler eklenmişti. Üzerinde işlemeli kırmızı bir elbise, onun da üzerinde siyah bir pelerin bulunuyordu. Gerçekten güzel bir kadındı. Kafasındaki işlemeli kırmızı taşlar bulunan taç onun önemli biri olduğunu gösteriyordu acaba kimdi bu kadın? Bir kraliçe olabilir miydi? Hiçbir şey hatırlamıyordu kafası allak bullak olmuştu. "Hiçbir şey hatırlamıyorum. Neredeyiz, bana ne oldu?" diye sordu. Kadın yüzündeki şefkatli gülümsemeyle saçlarını okşadı ve "Bu çok normal tatlım uzun zamandır hastaydın bu yüzden kısa süreli bir hafıza kaybı yaşıyor olmalısın. Hadi gel benimle biraz hatırlamana yardımcı olayım." dedi. Yavaşça ayağa kalktı ve kadının elini tuttu, odadan çıkar çıkmaz kadın anlatmaya başladı. "Ben annen Mars Kraliçesi Mira'yım tatlım. Ah işte bu adam da senin baban Kral Ari." eliyle yanlarına gelen adamı göstermişti. Adam önünde diz çöküp onunla göz göze geldi ve "Seni aramızda görmek o kadar güzel ki bebeğim." dedi. Saçını okşayıp arka taraftaki odalardan birinde gözden kayboldu. "Baban çok meşgul biridir. Savaş sanatları konusunda uzmandır bu yüzden özel savaşçıları eğitmek onun görevidir ama endişelenme seninle birlikte geçirmek için oldukça fazla vakit yaratacaktır." Kraliçe tatlı gülümsemesiyle anlatmayı sürdürürken onu geniş bir balkona çıkardı. Nefes kesici bir manzaraya sahip bir balkondu burası. İleride kızıl dağlar sıra sıra uzanıyor onları hemen eteklerinden gür yapraklı ağaçlar takip ediyordu. Biraz daha yakında orta büyüklükte bir göl vardı. "Burada her şey kırmızı mıdır?" diye sordu. Kraliçe gülümseyerek önünde diz çöktü. "Burası yani Mars özünde ateş gücünü barındırır. Nasıl ki suyun gezegeni Dünya mavi, toprağın gezegeni Satürn kahverengi, havanın gezegeni Jüpiter beyaz renkliyse ateşin gezegeni Mars'ta kırmızı renklidir. Tabiki de tamamen kırmızı değil tatlım burası kızıl manzara balkonu. Burada çok daha fazla ateş gücü barındığı için her şey daha kırmızı görünüyor, gel sana gerçek Mars'ı, halkını göstereyim prensesim." Annesini takip etmeye başladı. Önce büyük bir koridora girdiler onları gören saray çalışanları önlerinde saygıyla eğiliyorlardı. Etrafına bakındı her yer genel olarak kırmızı ağırlıklı döşenmişti ama bu o kadar rahatsız edici değildi hatta güzel bile görünüyordu. Duvarlarda kocaman tablolar asılıydı. Her birinde ateşle ilgili tasvirler vardı. Her kolonun önünde de bir Marslı Şövalye zırhları duruyordu. Biraz ürkütücü görünüyorlardı ama alışabilirdi. Şimdi bir büyük kapıdan daha geçmişlerdi ve kocaman bir terasa gelmişlerdi. "İşte burası tatlım Mars'ın gerçek yüzü. Diğerlerinin buraya kızıl gezegen demesinin sebebi benim gezegeni korumak için oluşturduğum ateşten koruma kalkanı yüzünden. Bırakalım öyle sanmaya devam etsinler." Kraliçe'nin sözlerine kızının hayretle çıkardığı sesleri karışıyordu. Vay canına burası hiçte kırmızı değildi. Masmavi tertemiz bir gökyüzünün altında aynı temizlikte ve mavilikte bir deniz vardı. Yemyeşil ağaçlar, otlar, ılık esen rüzgar, rüzgarın getirdiği mis gibi çiçek kokuları. Her şey bir rüyanın parçaları gibiydi. Bir anda rüyasını hatırladı yüzü düştü. Onun bu hali kraliçenin de gözünden kaçmamıştı. "Bir sorun mu var? Bana anlatmak ister misin?" diye sordu. "Ah hayır, sadece biraz yoruldum ve acıktım galiba." dedi. Kraliçe hemen onu büyük yemek salonuna götürdü ve eksiksiz bir sofra hazırlanması için emir verdi. Kızını yanına oturtan kraliçe dikkatle onu inceledi. Çok bitkin görünüyordu zaten bünyesi zayıf kalmıştı yolculukta onu iyice güçsüzleştirmiş olmalıydı. Masaya koyulan her şeyden kızının tabağına koydu ve büyük bir memnuniyetle onun iştahla hepsini yemesini izledi. Hala inanamıyordu. Sonunda bir kızı olmuştu her ne kadar kendi canından ve kanından değildi ama onun kızıydı. O büyütecek ve iyi bir savaşçı haline o getirecekti. Her ne kadar umursamamaya çalışsa da bir şey onu korkutuyordu. Kızının hafızasını silmişti evet ama ateş gücüyle silmişti. En akılsız insan bile Dünya'da ortaya çıkmış bir ateş hükmedicisinin melez olacağını bilirdi yani kızının suya hakim kısmı hala geçmişini hatırlayabilirdi. Eğer geçmişini hatırlarsa gerçek ailesine dönmek isteyebilir ve onları bırakıp ateşin yok olmasına neden olabilirdi. Hayır hayır bu olmayacaktı. Kızı onları sevecek ve ateş gücünün varisi olacaktı.

Akşam olmuş sonunda sarayı dolaşma işi bitmişti

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


Akşam olmuş sonunda sarayı dolaşma işi bitmişti. Ne kadar çok odası vardı neyin ne olduğunu nasıl aklında tutacaktı? Bunaldığını hissetti ve balkona çıktı. Hava çok güzeldi. Ilık esen rüzgara karşı bir sandalyeye oturdu ve gökyüzünü incelemeye başladı. Yıldızlar ne kadar güzel parlıyordu. İki büyük yıldızın arasında bir küçük yıldızın bulunduğu bir grup gördü. Annesi Mira, babası Ari ve o. Bir dakika, onun adı neydi? Bunu nasıl unutabilirdi bir insan adını nasıl bilmezdi? Hızla ayağa kalkmıştı ki annesinin yanına geldiğini fark etti. Hiç beklemeden "Anneciğim ben adımı hatırlayamıyorum benim adım ne?" diye sordu. İşte bunu beklemiyordu kraliçe. Elbette kızının bir adı vardı ama o adı öğrenecek bir fırsatı olmamıştı. Kendisi de hiç isim düşünmemişti. Çaresizce etrafına bakınırken birden gökyüzünde çok parlak bir yıldız gördü. Parlayan bir yıldız gücünün ve enerjisinin doruklarını yaşıyor demekti. Parlak bir yıldız da Vega demekti. "Tatlım senin adın Vega." dedi. Evet güzel bir isimdi anlamı da çok güzeldi. Tıpkı biricik kızı gibi. Yanına oturup küçük kızını bağrına bastı, saçlarına bir öpücük kondurdu. Tıpkı parlak yıldızlar gibi onun da bir ömür boyu gücünün ve enerjisinin doruklarında olmasını diledi.

◆◇◆◇◆◇◆◇◆◇◆◇◆◇◆◇◆◇◆◇◆◇◆◇

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


◆◇◆◇◆◇◆◇◆◇◆◇◆◇◆◇◆◇◆◇◆◇◆◇

Okunma sayısı her geçen gün artıyor keşke oylarda biraz okunmaları örnek alsa değil mi? ;)
Destekleriniz için çok teşekkürler ♡

Mars KraliçesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin