Gözlerim öyle yorgun, öyle ağırdı ki, uyanmak gün geçtikçe işkenceye dönüşüyordu. Her gün çektiğim kalın perdelerin ardından, hayatın devam ettiğini haykıran güneş odama doluyordu ve ben bundan nefret ediyordum.
Yatağın uzandığım sağ tarafındaki bedenimi yavaşça diğer tarafa döndürdüm. Solumda kalan yastığa çıkardım avcumu, hafif sürttüm, belli belirsiz olan kokuyu en içime, kalbime kadar çektim. O gittiğinden beri, değişmemiş, dokunmamıştım bu yastığa.
"Günaydın Jimin." Mırıldandım ve bir süre daha oyalandım avucuma değen kumaşla. Çok az ağladım, azıcık güç ile yataktan kalktım. Saat kaçtı bilmiyordum. Kendimi banyoya attım ve bir süre, her şeyimi halletmeme rağmen, aynadan çekemedim gözlerimi. Çok az kendime ağladım, ve sonra çıktım banyodan. Şu sıralar hep ağlıyordum.
Sızıyordu içim. Hıçkırmıyordum, tutuyordum kendimi. Bir bıraksam, çok dökülecekti içim. Tutuyordum. Camdan yapılma bedenimdeki tek çatlak göz pınarlarımdı ve ara ara, sızıyorlardı. Bu kadarı kendime çok görmüyordum. İçim geçmişti ve hafif sızıntıları, kendime çok görmüyordum. Nasıl görürdüm? Verdiğim koca koca sözler vardı. Evet, ama bir yere kadar başarabiliyordum. Ağlamayı pek kesemiyor, görmezden gelme konusunda becerikli olamıyordum. Yalanlara tutunuyor, aynadaki zehirli yansımama hepsini yaptığımı seslice söylüyordum. Yakınlarımda olan aşkım iç sesimi duyuyor muydu bilmiyordum ama, kendi sesimi duyduğuna emindim. Az da olsa yalan söyleyip, onu rahat ettirmek istiyordum. Kendime iyi bakıyordum, kendime iyi bakıyordum.
Banyodan çıkardığım bedenimi odama yönlendirdiğimde güneş odama usanmadan giriyordu. Havalar soğuyordu ancak güneş bıkmadan, usanmadan odama giriyordu. Jimin'in benim için çabaladığını düşünmeden edemiyordum.
Üstümdeki tişörtü çıkarıp bir yenisini giyerken, çıkardığım pantolonumu arıyordum. Odamda kaybolsam kendimi dahi bulamazdım.
Sandalyenin altına sıkışmış pantolonumu zar zor çektiğimde derin bir soluk almıştım. Ağır ağır geçirirken bacaklarımdan, düşecek gibiydim. Belimi bağladıktan sonra birkaç defa yukarı doğru çeksem de, nafileydi. Çok zayıflamıştım. Düşüyordu belimden.
Kemer takmaya bile sabrım yoktu. Düşmesi daha az irrite ediyordu beni kemerden.
Uzun süren uğraşlar sonucu giyinebildiğimde, etrafa saçılmış birkaç şeyi daha aramaya koyuldum. Bunlara ceket, sigara ve anahtarlarım dahildi. Hepsini cebimde toplayıp evden çıktığımda gideceğim yeri duyan bir insan delirdiğimi düşünebilirdi. Fakat gözüme gelmiyordu.
Yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm. Belki bir, belki iki saat yürüdüm. Hiçbir yere bakmadan, kimseyi duymadan, hiçbir şey düşünmeden yürüdüm. Ona yürüdüm.
Devasa demir kapılara geldiğimde, girişteki güvenliğin bakışlarına bakmadan yürüdüm. Ona giderken çevrede gördüğüm dua eden insanlara bakmadan yürüdüm. Sadece onun için kullanmak istediğimden tüm yetilerimi, kimseye bakmadan yürüdüm. Sadece onu duymak istediğimden, kimseyi dinlemeden yürüdüm.
Uzaktan bile belli olan katran katran sancısına geldiğimde toprağının yakarışları doldu kulaklarıma. Çıkmış otları kopardım, su almadığım için küfrettim kendime. Derin bir soluk alıp gözlerimi, kulaklarımı açtım. Sonunda onunla olduğum için, kendime izin verdim. Dudaklarımı dahi, açtım.
"Dört ay oldu. Benden gideli, dört ay oldu. Başıboş kaldığımdan beri koskoca dört ay oldu. Sesini duymadığım, elini tutmadığım, sana gülmediğim dört ay oldu."
"Açıkçası neler yaptığını merak etmiyor değilim. Ben biraz dağıldım da. Sakın merak etme. Gerçekten biraz dağıldım. Kendime iyi bakıyorum. Dediğin her şeye uyuyorum. Saçlarımı üç defa şampuanlıyor, üşütmemek için hızlıca kurulanıyor ve sıkı giyiniyorum. Ben yaşıyorum Jimin. Yaşayacağım. Ve merak etme, artık ağlamıyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Your Lover Boy ℘JiKook
Fanfictionbeni hep aynı yerimden yaralayan o eve yine de döneyim, döneyim istedim. 《28.04.2016》《01.09.2017》