Titreyen parmaklarımın arasında tuttuğum sigaradan son bir nefes aldım, ve pervaza basıp söndürdüm. Derin bir nefesi göğsümden dışarı bıraktım ve ellerimin titreyişini izledim bir süre. Uzun zamandır alışık olmadığım o kadar çok şey yaşanıyordu ki bünyemde, kendi çöküşüme yetişemiyordum. Baş dönmeleri, el titremeleri, silkip atamadığım dalgınlık, peşimi bırakmayan rüyalar. Hepsi, hepsi artık çok oluyordu. Kendimden taştığımı hissediyordum. Ve bunu engellemek için ne gücüm, ne isteğim vardı. Hiç uyumuyordum. Tüm gece sağa sola dönüyordum. Uykuya dalmamın tek getirisi, rüyamda saçlarımı okşayabilmesi oluyordu. Gözlerimi kapıyordum sırılsıklam yastığıma, ve saçlarımı okşadığını hayal ediyordum sadece. Elinin belimi sardığını, karnımı okşadığını. Yastığa saçılmış saçlarımın arasında burnunun dolandığını, parmağının üstü ile yumuşak yüz hatlarımı okşadığını. Kıyamadığını, sabaha kadar nefes alış verişimi dinlediğini. Her gece saçımı okşayıp beni sevip, okşadığı hayale uyuyakalıyordum ve sabah yokluğunu fark ettiğimde devam etmemdeki çaresiz anlamsızlığı fark ediyordum. Ellerinin değmediği saçlarıma iğreti şekilde dokunuyordum. Ellerim sırtımı, karnımı ovalıyordu. Sızım sızım sızlıyordu iliklerim ve içimde hissettirdiği soğukluk bu sızlamaya iyi gelmiyordu. Ben sadece, ona koşmak ve tutunmak istiyordum. Bu öyle bir şeydi ki artık, bedenimin her yerini ele geçirmişti. Öyle bir şeydi ki bu, durduğum yerde ıslanıyordu kirpiklerim. Canım sızlıyordu. Kemiklerim teker teker kırılıyordu. Devam edemiyordum. Devam edemeyeceğimi biliyordum. Ama diyordum, son kez koklayayım, son kez bakayım gözünün en içine. Son kez güneşi seveyim. Son kez. Son. Son.
Biliyordu, biliyordum. Biliyorduk. Her şey gibi, bizimde sonumuz gelecekti, en başından biliyorduk. Yenilmiştim ama. Yenilmiştim işte. Tekrar düşmüştüm ona, tekrar çekilmiştim ona. Her kendimi uzak tutmaya çalışışımda, dalga geçtiğimi söyler gibi bir tavır takınıp tekrar beni kendisine hapsediyordu. Park Jimin'i sevmek hiç güvenmediğin bir yola, kaçmak için başvurmak gibiydi. Tek kaçışın o olduğunu bilip, attığın her adımda ayağının titremesi demekti. Park Jimin, sert rüzgarların estiği bir ülkede ağaçtan düşen son yaprak olmak gibiydi. Seni savuruyor, savuruyor, savuruyordu. Düşünce, bitecekti. Düşmüştüm. Bitmiştim. Düşmek, ölüm gibiydi. Ölmüştüm.Neydi bu anlamsız savaş? Neydi bu anlamsız direniş? Bu çabalayış, gururu ayaklar altına alış, neydi, nedendi? Bir insan, bir insanı sever miydi böyle? Bir insan, bir insanı hayatının merkezine böyle koyar mıydı? Bir insan, bir insana kendini ezecek kadar bağlanır mıydı? Aptallıktı her yaptığım. Tüm yaptıklarım, yapıyor olduklarım ve yapacaklarım aptallıktı işte. Kısır döngüydü. Jimin benim kısır döngümdü artık. Kaçış yoktu ondan. Her anımda vardı artık. Gitsin istemiyordum. Gidince bitmeyişi, bambaşka bir olaydı fakat, ben hep ben de olsun istiyordum. Hüznüyle, sevinciyle, iyisiyle, kötüsüyle ben de dursun istiyordum. Göğsümde dursun, içimde dursun. Ben onu seyredeyim, hayat aksın gitsin. Ben sadece, onu seyredeyim. Ben o olayım, sadece o. Hepsi boştu. O hariç her şey boştu, yalandan zaferlerdi. Varım yoğum oydu. Tüm gerçeğim, oydu. Bundan fazlasıyla memnundum. Ona hapsolmaktan, çok ama çok memnundum.
Derin bir nefes ile içime çöreklenen her şeyi atmaya çalışıyorken doldu gözlerim. Gözlerim hep dolar olmuştu. İyice çıtkırıldım hâle gelmişti yüreğim, belim hemencecik bükülür olmuştu. Başım hemen sızlar, karnım hemen ağrır olmuştu. Her şey beni her zamankinden daha fazla etkiler olmuştu. Sebebini, hiç araştırmıyordum bile. Hiçbir şey düşünmeden, uzaklara dalan gözlerimi takılı kaldığı noktadan çekmeye çabalamadan odamdan çıktım. Ceketime güvendim, dış kapıyı açtım. Ayakkabılarımı giyip çıkıverdim bir anda. Ev, beni boğuyordu. Hep beni boğmuştu bu ev. Her bir duvar, her bir oda beni boğmuştu. Son zamanlarda ise, üstüme yığılıyordu hepsi. Başımı yastığa hafif koymuyordum asla. Sırtımda duran sızıların hiçbiri ben uyurken dinmiş olmuyordu. Kendimi ovan ellerim yine bana aitti, kendimin sığınağı yine bendim. Bunu hep bilirdim. Ne kadar çok kişiye sahip olursak olalım, günün sonunda sahip olduğumuz tek kişi bizdik. Bizi en çok mutlu edecek insan da bizdik, en çok üzecek insan da bizdik. Fakat bir kere birini 'sığınak' belleyince insan, kendine dönmesi her şeyden ama her şeyden daha zor oluyordu. Hep eski dokunuşları arıyordu beden, aynı hafifliği istiyordu göğüs. Eski dikliği istiyordu sırt, ağrılar geçsin istiyordu şakaklar. Fakat bağlıydı eller, prangalıydı ayaklar. Sus pustu her şey, mühürlüydü dudaklar, kitliydi çeneler. Hiçbir şey gelmiyordu. Bekliyordum. Bekliyor, bekliyor, bekliyordum. Neyi bekliyordum? İndiğim tren yol alalı çok olmuş, o istasyona bir daha kimse uğramamıştı. Ben neden aynı yerde oturup, bekliyordum? Nasıl'a cevabım vardı, fakat neden'e bir cevabım yoktu. Hep bir engel vardı, hep bir yumru vardı boğazımda. Hep bir sızı vardı solumda. Her şey hep vardı, o hiç yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Your Lover Boy ℘JiKook
Fanfictionbeni hep aynı yerimden yaralayan o eve yine de döneyim, döneyim istedim. 《28.04.2016》《01.09.2017》