Bölüm 1

634 220 113
                                    

Gözümü açtığımda güneş ışıkları odamın karşı duvarına vuruyordu. Mutfaktan gelen mis gibi kahve kokusunu burnuma çeke çeke doğruldum. Her zamanki yerine, yatağımın üstüne kıvrılmış yatan sevimli kedimin başını okşadım.

Küçük bir öpücük kondurmadan önce fısıldayarak "Yattığın yerde hemen uykuya dalıyorsun. Keşke bende senin gibi olabilsem " dedim.

Dinga sözlerime esneyerek karşılık verdi. Onun uyuyuşunu seyrederken bir yandan da uykusuz geçen gecelerimi zihnimde canlandırdım. Düşündüğüm tek şey üniversite sınavlarına hazırlanmam gerektiğiydi. 18 yaşında liseyi yeni bitirmiş bir kız başka ne düşünebilirdi ki zaten? İstemeyerek de olsa yatağımdan kalktım ve ayaklarımı sürüye sürüye annemin yanına mutfağa gittim. Annem her sabah olduğu gibi yine o en sevdiği şarkıyı mırıldanarak kahvaltı hazırlıyordu. Üstünde kahverengi püsküllü bir bluz, altında siyah bir kot pantolon vardı. Kahverengi gür saçlarını o meşhur topuzundan yapmıştı ve eski zayıf halinin aksine biraz kilo almasına rağmen yine de muhteşem görünüyordu. Her zaman aşktan ve sevgiden bahseden birisiydi. Ama gerçek şu ki annem âşık olmaktan çok uzaktı. 2 yıl önce Babam annemi benden 4 ya da 5 yaş büyük birisiyle aldatmıştı. Onu sevmediğini söyleyince annem yüzündeki gülümsemeyi hiç değiştirmemiş ve kendi elleriyle kapıyı açarak o zaman sevdiğin kişinin yanına git demişti. Babam çıkıp gittiğinde saatlerce ağlamıştı. Ben ise olanları odamın kapısının arkasından izlemiştim. O günden sonra babamın adını her duyduğunda gözlerinde büyük bir nefret beliriyordu. Bir gün beni tüm ciddiyeti ile "babanın adını asla ağzına almayacaksın Almira ve ondan uzak duracaksın" diye uyarmıştı ve bende o günden beri onun hakkında konuşmadım. Olanları düşünmenin verdiği acı ile yüzümü buruşturdum ve hemen gidip annemin yanağına küçük bir öpücük kondurdum.

"Günaydın Anne" derken bir yandan da ağzıma, masadaki çöreklerden tıkıştırıyordum.

Annem gözleriyle beni şöyle bir süzdükten sonra "Günaydın tatlım bakıyorum da erkencisin" dedi.

Bu tatlı imasına karşılık saate baktım ve 10.30 olduğunu gördüm.
Annem sabahların kadınıydı. Gün doğumuyla birlikte kalkar eline bir kahve ve kitap alıp okumaya dalardı. Yürüyüş yapmayı da hiçbir zaman ihmal etmezdi. Her ne kadar kitap kurdu olmam anneme çekse de erken kalkma alışkanlığından gram alamamıştım.

"Sabah Hande aradı annesi akşam için arkadaşları çaya çağırmış. Bizim de gelip gelemeyeceğimizi sordu."

Bakışlarımı anneme çevirmiştim. Göz göze gelmeye çalışıyordum ama annem gözlerini kaçırıyordu.

Pes ederek "Peki sen ne dedin? " diye sordum.

Ne cevap verdiğini biliyordum aslında kendini iyi hissetmediğini ya da yapacak işlerinin olduğunu söylemişti. Neredeyse 2 Yıldır sabah yürüyüşe çıkmak, kitap okumak ve odasında oturmaktan başka bir şey yapmamıştı. Arkadaşlarıyla da fazla buluşmuyordu ve bu benim canımı çok sıkıyordu. Annem ağzına bir zeytin attı ve eskisi gibi, yani babam onu terk etmeden önceki gibi gülümsedi.

"Tabi ki geleceğimizi söyledim." "Hem Handeyle görüşmeyeli 2 gün oldu özlemişsinizdir birbirinizi " dedi gülerek.
Bende ona şaşırmak ve gülmek arasında kalan bakış attım.

Gerçekten de en yakın arkadaşlar 1 gün bile görüşmese birbirine anlatacak bir dünya dolusu konu buluyorlardı. Gerçi Hande'nin konusu hep aynıydı. Anıl.
Anneli kızlı güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra üstümü giyinmek için odama çıktım. Bugünkü planımda tüm kitapçıları dolaşmak ve Handeyle uzun bir sohbet vardı. Hemen kot pantolonumu ve mavi tişörtümü üstüme geçirdim. Ayna karşısında kendime baktım. Uzun boylu, koyu kumral bir kızdım. Saçlarım hafif dalgalı omuzlarımdan aşağıya dökülüyordu. Zayıftım ama öyle iskelet gibi rahatsız edici derecede değildim. Gülümsediğim de ise yanaklarımda gamzeler beliriyordu. Kendimi süzmeyi bıraktım ve çantamı alıp dışarı çıktım.Sokağa adımımı atar atmaz evimizin karşısındaki simitçiden gelen kokuyla sarmalandım. Eğer kahvaltı yapmamış olsaydım taze bir simit ve çaya asla hayır demezdim.Bu düşünce bile acıkmama neden olmuştu. Saate baktım 13:15' e geliyordu. Genelde otobüsleri kaçıran ve arkasından koşmak zorunda kalan biriyimdir ama bugün zamanında yetiştim. Mavi tonlarıyla bezenmiş otobüs güçlü bir ses çıkararak ağır ağır ilerledi ve önümde durdu. Tam ilk basamağını çıkmıştım ki birisi beni kolumdan hızla geriye doğru çekti. Neye uğradığını şaşırmış bir vaziyette giden otobüsün arkasından boş boş bakıyordum. Sonunda kendimi toparlayıp büyük bir sinirle beni otobüse binmekten alı koyan kişiye baktım. Karşımda kızmaya kıyamayacağım kadar yakışıklı bir çocuk duruyordu. Benden en fazla 3 yaş büyüktü. Uzun boylu, buğday tenli ve gözündeki pahalı olduğu her halinden belli olan gözlükle birazda asi görünüyordu. Tabi ki yakışıklı olması ona hesap sormama engel olmayacaktı.

"Ne yaptığını sanıyorsun sen?" dedim dik dik suratına bakarak.

Renginin soluk olduğunu ve başından aşağıya akan terleri fark etmemiştim. Birden hasta birisine bağırdığım için suçluluk duydum.

"Af edersiniz o şekilde çıkışmak istememiştim. " dedim ama cevap gelmiyordu.

Birden nefes alış verişi sıklaştı. Hızlı hızlı nefes alıp veriyordu. Başını öne eğdi ve o anda gözlüğü çat sesi çıkararak yere düştü. Başını kaldırıp yüzüme baktığında bakışlarımı kırılan gözlüğe dikmiştim. Aynı anda gözlerimiz buluştu ve ben o an küçük bir çığlık attım.

Hemen ellerimle ağzımı kapattım ama etraftaki insanlar çoktan dönmüş bana şüpheli gözlerle bakıyorlardı bile. Gözleri feci derecede kanlanmıştı ve ben göz bebeklerini göremiyordum.

"İyi misiniz? Hastaneye gidelim hemen " diye yakasına yapıştım.

Gözlerini bir an olsun benden ayırmadan "bana yardım et" dedi.

Sesi adeta tıslar gibi çıkmıştı. Kafamı tamam anlamında hızla ileri geri salladım. Yardım etmek için kolundan sıkıca tuttum. Kolu buz gibiydi ve bu benim tüm bedenimin ürpermesine neden oldu. Yavaş adımlarla hemen ilerimizde duran banka doğru yürüdük. İnsanların onu bu şekilde görmemesi için başını boynuma iyice yaklaştırmıştı. Nefesi sıcaktı ve doğrudan boynuma temas ediyordu. Bu yakınlık beni rahatsız etse de soluk alış verişinin normale dönmesi rahatlatmıştı. Banka geldiğimizde yavaşça oturmasını sağladım.

"Şey" adını bilmediğim için ne şekilde hitap edeceğimi bilememiştim.

İçinden bir şeyler mırıldandı. Sesi o kadar ince ve güçsüz çıkmıştı ki dediğini anlamakta zorlandım. Acısını anlamaya çalışır gibi yüzüne baktım ama gözlerine bakmaya korkuyordum.

"Pekala tanıştığıma memnun oldum. Benim adım Almira"

Soluk alış verişi tekrar hızlanmaya başlamıştı ama gözlerinde tuhaf bir şey vardı. Sanki daha demin görünmeyen göz bebeği şekil alır gibiydi. Beni korkutan asıl şey ise gözlerinden yaş yerine kan akmasıydı. O an o aptal tanışma faslını yaptığım için kendimden nefret ettim.

Sesimin titrek çıkmamasına özen göstererek "Burada bekle hemen yardım çağırıyorum " dedim ve hızla koşmaya başladım.

Koşuyordum ama nereye koştuğumu bilmiyordum. Bacaklarım sanki bana değil de başkasına aitmiş gibiydi. O anda aklıma cep telefonun icat edildiği geldi. Geldiğim tarafa doğru dönerken bir yandan da telefonu çıkarıp ambulansı aradım. Telefonun ucundaki ses nazikti ve bu beni azda olsa rahatlatmıştı.

"Tam olarak hastanızın nesi var?" diye sorduğunda gözümü daha demin onun oturduğu ama şimdi boş olan banka diktim.

Etrafa hızla göz gezdirdim ama yoktu. Bir insan bu halde nereye gidebilirdi ki? Beni bu düşüncelerden ayıran cevap vermediğim için ses tonunu yükselten bayan oldu. Söyleyecek bir şey bulamadığım için "yanlış anlaşılma oldu özür dilerim"" gibi bir şeyler geveledim.

Cümlemi bitirir bitirmez "Bizi günde kaç kişi arıyor haberiniz var mı? Lütfen bir daha bizi aramadan önce doğru anladığınıza emin olun hanımefendi" dedi ve telefonu kapattı. Bende orada öylece kalakaldım.

Bilinmezin Peşinde Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin