on

4K 405 105
                                    

Jungkook'un fiziken gidişini görmek, kalbinden gidişi kadar acı verici olmamıştı Yoongi için. Ara vermek istemişti küçük olan, düşüncelerini toplayabilmek için bahşedilmiş zaman ile dolu bir ara. Hayranlarına hastalandığını söyleyeceklerdi. Her zaman ki klasik yalan. Onlara üzülüyordu Yoongi, hatta biraz acıyordu. Hayatlarını telefon ekranında ki, bir kere bile görmedikleri 7 kişiye adıyorlardı fakat gerçekte kim olduklarını bile bilmiyorlardı. Belki de onlara kin doluydu.

Jungkook'a ulaşmasını engelleyen bariyerlerden birisi de onlardı. Hayatının her zerresine karışıp, karşılığında hala gülen bir yüz görmeyi bekleyen bencil insanlar sürüsünden başka bir şey değildiler. Yoongi kendinden çok şey feda etmişti bu süreç içerisinde. Kendisi ile çelişkiye düşmüştü ki Min Yoon Gi, düşüncelerinden asla tereddüt etmezdi. Ne yaptığını bilmiyordu. Tanrısına yemin edebilirdi ki Jungkook'un ondan uzaklaştığını görmek dünya üzerinde yaşadığı en büyük acılar listesinde ilklere yazdırabilirdi adını. Yoongi kelebeğin ömrüne denk hayatında çok fazla şey deneyimlemişti. Acıyı iliklerine kadar hissetmiş, mutluluğunu ise en derinlerinde yeşertmişti fakat Jungkook ile geçirdiği bu süreç boyunca hissettikleri karşısında en büyük acıları bile uzaydaki bir toz tanesinden daha önemli değildi. Doğru ya, Min Yoon Gi de uzaydaki bir toz zerresinden önemli değildi. Sevdiğini kendine bile itiraf edemeyecek kadar aciz olan kişiliğini sahte bir kendini beğenmişlik ile örtbas etmesi de bunun cabasıydı.

Kendine ilk itirafı, Jungkook'un yurttan 1 haftalığına ayrılmaya ve ailesinin yanında kafa dinlemeye gitmeye karar verdiğinde olmuştu. Min Yoon Gi kendine nefret senfonisindeyken kalbindeki burukluğu içini ilk defa doldurabilen bir kelimeyle açıklayabilmişti, sevgi.

Yaratılmışların en baştan beri mağlup olduğu temel ve kutsal bu duygu, Havva'nın yediği elmadan daha yasaktı Yoongi'ye. Lanet, iğrenç ve aşağılık bir varlıktan fazlası değildi. Ona güvenen bir çocuğa karşı böyle hisler beslemek... Sadece Yoongi kadar iğrenç birinin yapabileceği bir şeydi. Tanrıya şükür Jungkook döndüğünden beri daha iyiydi. Onu görmek ruhuna ve bedenine akıl almaz bir rahatlık veriyordu.

Bir fotoğraf çekiminde düşünülmemesi gereken bir konuyu eşeliyordu. Her an göz yaşlarına bulanabilirdi tabi Yoongi bu kadar iyi bir oyuncu olmasaydı.

Jungkook kafasını Yoongi'nin göğsüne koymuştu. Fotoğraf çekimi için bile olsa mutluydu. Büyüğünün ritmi hızlanmış kalp atışlarını dinlemek onun kalbine bir miktar huzur serpiyordu. Adeta onun yaşadığına şahit oluyordu. Onu görmediği bir hafta ızdırap ile geçmişti. Ara vermek istediği doğruydu, kendini toplayacak ve hislerine dur diyecekti fakat Jungkook'un o bir haftada kendine dair öğrenebildiği tek şey bok çukurunun dibinde olduğuydu.

Büyüğünün kendisini sevmediğini söylediğine bir gram bile inanmamıştı Jungkook. Dengesizdi, gerçekten dengesizdi. Jungkook ise adeta onun için bir köpekti. Gel dediğinde geliyor, git dediğinde gidiyordu. Büyüğünün de ona karşı duyguları olduğunu biliyordu. Önceden aynı pozisyonda olsalar düzenli olacak kalp atışları şu an bir sineğin kanat çırpışından farklı değildi. Taehyung söylemişti ona Yoongi'nin onun yokluğunda geçen sürede ölü gibi olduğunu, bembeyaz teninin ruhlar ile aşık atacak kadar solduğunu. Jungkook'un tüm bedeni sevgi ile yanarken Suga bunu nefret olarak algılıyordu, Jungkook ise bunu kullanacaktı.

"Nefesini kestiğimi söylediğinde haklıymışsın, kalp atışların üzerinde bıraktığım etkiyi onaylıyor sunbae."

Dedikten sonra büyüğünün kızaran yüzünü inceleyip zafer ile önüne dönmüştü Jungkook. Beraber yaptıkları için çekimi tensel temasları olması gerekenden bile fazlaydı. Jungkook'un dokunduğu her bir santim Yoongi'nin tenini yakışı, yaz güneşine eşdeğerdi.

Üç poz daha verip soyunma odasına doğru yol alırlarken Yoongi kafasını utançtan kaldıramamıştı. 97 doğumlu bir çocuğa gafil avlanmıştı. Odaya vardıklarında Jungkook aklındaki hınzırlık ile kapıyı kilitlemişti. Büyüğü habersizce üzerindeki yeşil gömleğin düğmelerini açarken ona doğru adımlamıştı Jungkook.

"Söylesene hyung kızların yanında da bu kadar heyecanlanıyor musun yoksa bu sadece bana mı özel?"

"Jungkook kafanın içinde ne yaşıyorsun bilmiyorum ama mesafene dikkat et."

Evet, Jungkook mesafesine dikkat etmeliydi çünkü eğer bir adım daha atarsa, Yoongi kendini tutamayabilirdi. Sevgiye olan açlığı, Jungkook'a olan doyumsuzluğu ile birleşmişti. Onun yüzüne ne kadar bakarsa baksın asla doymak bilmiyordu. Bembeyaz tenini gölgeleyen simsiyah saçları, onlara eşlik eden kuzgun siyahı gözleriyle Jungkook, Yoongi için bahşedilmiş en kıymetli hazineydi. Bir abi gibi değildi büyüğünün hisleri, tehlikeliydi. Uranyumu çıplak eller ile tutmaktan daha tehlikeliydi.

Fakat Jungkook büyüğünü dinlemekten çok uzaktı.

"Söylesene hyung nereye kadar kaçacaksın? "

Jungkook aralarında kalan boşluğu adım ile kapattığında büyüğünün kulağına tahrik edici olmasını umduğu ses tonu ile fısıldamıştı.

"Kaçtığım yok Jungkook."

Büyüğünün nefes nefese söylediği cümle, Jungkook'un zaferine bir delildi. Sol elini büyüğünün boynuna değecek şekilde omzuna, sağ elini ise büyüğünün kalbine konumlandırmıştı. Kafasını sahte bir merakla büyüğünün göğsüne götürdükten sonra sanki bir bebeğin ilk kelimesini duymuş gibi gülümseyerek büyüğüne bakmıştı.

"Duymuyor musun hyung?"

Yoongi sakinliğini koruyamıyordu. Zordu, çok zor ve Jungkook bunu daha da zorlaştırmayı aklına koymuş gibiydi. Bıkkın bir ses ile cevaplamıştı.

"Neyi duyuyor muyum Jungkook?"

"Kalbini hyung, Jungkook diyor."

Son kelimesini dudaklarından çıkartıp özgürlüğe kavuşturduğunda kafasını kaldırmıştı. Yoongi'ye tepeden bakmak, gerçekten güzel bir histi.

Küçüğünün gözlerindeki yoğunluk, Yoongi'nin en sevdiği şarkıyı, en sevdiği kişiden, en sevdiği yerde dinliyor gibi hissetmesine neden olmuştu.

"Sikeyim seni Jungkook."

Jungkook amacına ulaşmış sırıtırken, kendisininkinin üzerine kapanan dudaklar karşısında tepkisiz kalmıştı. Karşısındakini her ne kadar derin severse sevsin kırgındı. Kafasını zor olsa da çevirip kendini büyüğünün iyileştirici dudaklarından ayırmıştı. Yüzüne iğrenmiş bir ifade takınarak büyüğüne iğneleyici ses tonuyla kelimeleri saplamıştı.

"Sana bana dokunabilmen için şans vermiştim hyung ama sen kalbime dokunmak yerine bedenime dokunmayı seçtin, kaybettin hyung."

Arkasındaki döküntüyü umursamadan az önce kilitlediği kapıyı yavaşça açmıştı. Üzerini değiştirmek şuanki önceliği değildi. Odadan çıkıp Yoongi'ye son bir kere bile bakmadan kapıyı kapamıştı. Biliyordu ki, eğer bakarsa kalbindeki ölü tekrar hayata geçecek ve ona musallat olacaktı. Bu ölünün adı pişmanlıktı. Yoongi'nin kendisine yaptığını ona yapmıştı.

Yoongi ise arkasındaki siyah koltuğa kendini atıp ses tellerinin beyninden önce kalbine uğrayıp dudaklarına hükmetmesine izin vermişti.

"Hislerim harflere indirgenebilecek kadar basit değil Jungkook."

Sevgi beslenmesi gereken bir duyguydu. Tek başına yaşanılan sevgi unutulmaya mahkumdu. İnsanlara bahşedilmiş lanet, hapsoldukları dünyayı katlanabilir kılmakla yükümlüydü. Dünyadaki en güzel tabloya sevgisiz bakarsanız göremezdiniz içinde sakladığı gizemleri. Bir çiçek onu sevene açılır, güneş onu sevene doğardı. Sahibine zarar veren, duyularını ele geçirip körelten sevgi, her kötülüğün ve iyiliğin temelinde vardı. Tasavvufta, her şeyde tanrısını gören insanlara dönmüştü Min Yoon Gi, baktığı her yer Jungkook ile anlam kazanıyordu. Sevgi buydu, hissetmekti. Yoongi'ye göre her insan bir şiirdi, Jungkook gibi. Fakat Jungkook'un diğer şiirlerden tek bir farkı vardı. Herkes okuyabilir fakat sadece Yoongi anlayabilirdi.

Ruhları birbirine karışmak için can atıyordu fakat Min Yoon Gi bunu ancak şu an anlayabilmişti.

ethereal »yoonkook ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin