Dün sabaha karşı kendimle konuştum
Ben hep kendime çıkan bir yokuştum
Yokuşun başında bir düşman vardı
Onu vurmaya gittim kendimle vuruştum
-Özdemir Asaf
YOLDA yürüyorum, karşıdan gelen bir adamı o sanıyorum. Heyecanlanıyorum. Adam yanımdan geçip gidiyor ama benim kalbim atıp duruyor.Dışarı çıkıyor veya okula gidiyorum. Tesadüfen de olsa onu görmek istiyorum. Bir konuşma bahanesi ile teşekkür etmek ve bir yerde oturup onunla sohbet etmek istiyorum. O çayını yudumlarken onu izlemek, cümlelerini işitmek istiyorum. Yada dışarı da bir yerde otursak o göğü bense onu izlesem, izlesek. Hiç konuşmadan birbirimize baksak.
Bunları, onu bir daha görmeyi istiyorum. Ancak yapamıyorum. Ona gidemiyorum. Üç gün geçti. O tuhaf ve güzel günün ardından tam üç gün geçti. Bir insan kaç gün nefes almadan yaşar ki? Galiba ben, üç gündür nefes bile almadan yaşıyorum.
Oktay ile konuşmadım. Rabia'ya hiç bir şey anlatmadım. Sofi'den ortalık karıştığı için özür dilemedim. Annem ve babama yalan söylediğim için üzgün değildim. Bu öyle garip ve öyle yabancı bir ruhtur ki kendimi bir türlü anlamıyorum. Tam kalbimin üstüne öyle koyu bir karanlık çökmüştü ki sanki yıldızlarım tek tek sönmüştü. Cılız bir ışık vardı ancak ve o ışığın ağırlığı çok fazlaydı. Böylesine cılız bir ışık nasıl bu kadar ağır olabilir ki? Peki onu bir daha görsem bu cılız ışık parlar mı? Parladığı zaman ağrım geçer mi? Ya da daha mı çok ağırlaşır? Ah! Ne bu, ne bu?! Neden o garsonu düşünmeden duramıyorum? Sürekli aklımda ve bir türlü atamıyorum. İşin kötüsü atmak da istemiyorum. Atsam da gitmez gibi geliyor zaten. O sanki...
Unuttuğum bir parçamdı.
Sanki o hep bendeydi.
Elimdeki yastığı hızla kapıma fırlattım.
"Saçmalıyorsun Deniz! Kafayı yedin iyice! Kendine gel kendine gel."
Ellerimle yanaklarıma vurmaya başladım. Yatağımdan kalkıp lavaboya yüzüme yıkamaya gittim. Tenime çarptığım su, ruh zerreciklerimde hiçbir değişiklik yapmadı. Beni kendime getirmedi, belli ki kendimden baya geçip ilerlemişim. Ya da kendimi bir yerde bıraktım, dönüş yolunu bulamıyorum. Kendimi nerede bıraktım?
Odadan telefonumun çaldığını duydum. Galiba biri beni bulmuştu.
"AIo." Sesim uykulu ve mutsuz çıkmıştı. Yani, her zamankinden farklı değildi yine.
"Deniz. Günaydın. Bu gün derse geç gideceğim, istersen..."
"Gelmeyeceğim Gülhan. Bu gün canım evden dışarı çıkmak istemiyor."
Derin bir iç çekiş sesi geldi.
"Sorun ne? Sesin iyi gelmiyor." Durdu. Düşünüp kafasında bir şeyleri tarıyor olmalıydı. "Sen yoksa... hala o günün etkisinde misin? Hiç bir şeyden bahsetmedin o güne dair."
"Ne bahsedeyim ki? Bir adam sarkıntılık etti ve bende kaçtım. Anlatılacak bir şey yok."
"Olayın şokunda mısın hala?"
"Hayır."
"O zaman derdin ne, neden anlatamıyorsun?"
Durdum. Cevap vermedim. Bir derdim vardı öyle değil mi? Peki bu dert mi? Bir daha yüzünü göremeyeceğim bir adamı böyle sürekli düşünmek bir dert midir? Onu düşünürken kalbinin hızla çarpması, yabancı ve bir o kadar tanıdık bir hissin zihnimde yeni ve güzel görüntüler oluşup göğsümün sıkışmasına neden olması bir dertse eğer... derdim büyük. Bir derdim var.
![](https://img.wattpad.com/cover/76653851-288-k102904.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİZ İSTANBUL
RomansaBilir misin Marmara'yı süsleyen kızı, İstanbul'a tepeden bakan adamı Bilir misin Kız Kulesi'ni, Galata'yı Bilir misin onların aşklarını Yunan Medeniyetlerinden Roma Medeniyetine, Bizans'tan Osmanlı'ya ev sahipliği yapmış İstanbul'un en güzel kızı De...