Bölüm 5

44 5 4
                                    

                  

Defteri kapayıp kafamı yastığa gördüğümde dakikalar geçmişti. Düşüncelerimi dakikalar sonra toplamayı anca başardım. Hayır hayır, gerçek olamaz. Kesinlikle gerçek olamaz... Bu defter kurgu falan olmalı. Başka bir açıklaması yok.

Evet, kandırılıyorsun. Gerçekten bu son. Bir daha o defteri okumayacağım. Hızla defteri bir kenara bıraktım. Gözümün önünde durmazsa merak etmem.

Üstümü değiştirip yatağa yerleştim ve derin bir uykunun beni sarmasına izin verdim. Sabah alarm çaldığında yataktan çıktım. Takım elbiselerimi giyip mutfağa geçtim.

Pelin yine her sabahki gibi kahvaltıyı hazırlamıştı.

"Günaydın hayatım." Diye pırıl pırıl bir sesle beni karşıladı. Yanağına bir öpücük kondurup masanın başına geçtim.

"Pelinciğim, her gün gelip kahvaltı hazırlamaya üşenmiyor musun?"

"Bilmem, bunu hiç düşünmedim. Biliyorsun, kalkar kalkmaz kahvaltı edemiyorum bende en azından sana hazırlayarak vakit geçiriyorum. Böylelikle hem seni görmüş oluyorum hem de beraber vakit geçirmiş oluyoruz."

Beraber vakit geçirmek... Aslında cümlesinde hiçte sitem yoktu. Uzun zamandır onla gerçekten vakit geçirdiğimizi hatırlamıyorum. En son ne zaman oturup adam akıllı bir şeyler konuştuk, en son ne zaman güldüm... Bunu bile hatırlamıyorum.

"Bu akşam senle bir şeyler yapalım mı?"

"Tatlım, unutuyorsun galiba. Bugün cuma ve akşama sahneye çıkacaksın."

"Evet, haklısın. Onu unutmuşum özür dilerim. Öğle yemeğine ne dersin?"

"Bugün patronlarla iş yemeğine çıkacağız hayatım, özür dilerim."

"Neyse artık..."

Denemelerim başarısız sonuçlandı. Ertesi gün yine bir kahvaltıda beraber olur, tek kelime etmeden kendi işlerimize gömülürdük. Kahvaltımı ettikten sonra, salona geçtiğimde Ali'nin çoktan gitmiş olduğunu gördüm. Çantamı alıp evden çıktım.

Okula geldiğimde, bahçeye adım atmamla Gamze'nin şen şakrak karşılamasıyla karşılaştım.

"Hocam! Okul günüme sizi görerek başladım. Farkında mısınız? En güzel okul günlerime yeni birisi eklenmek üzere."

"Sana da günaydın Gamze."

"Günaydın hocam, nasılsınız?"

Bir yandan konuşup bir yandan yürüyorduk.

"İyiyim Gamzeciğim, sen nasılsın?"

"Yaşıyoruz çok şükür der gibi..."

"Hım, Nazım Hikmet."

"Hocam, asla kaçmıyor."

"Okuyorsun herhalde. Baksana, bir satır da olsa ezberlemişsin."

"Yok hocam, size etkilemek ve iki üç kelam edebilmek adına interneti karıştırdım ve tam konumuza uygun bu satırı buldum."

"He şiiri bilmiyorsun yani."

"Hayır hocam, devamında kötü bir şey mi söylüyor yoksa?" Kahkahama engel olamadım. Gamze'nin bu çabası sabah sabah neşe kaynağım olmuştu.

"Gamze," dediğimde, bana umutla baktı. "Seviyorum Seni."

"Ne?" Ses tonu zorlukla çıkmış, bakışları anında donuklaşmıştı.

"Seviyorum Seni. Şiirin adı Gamze. Devamını okuman için."

"He," Jeton düşmek üzere "Heee" sonrasında kendi de gülmeye devam edince, "Neyse, hocam sizi güvenle odanıza bıraktığıma göre ben gidebilirim."

"Derste görüşürüz Gamzeciğim." Gülerek arkasını döndüğünde bende gülerek gidişini izliyordum. O ise benim girdiğimi zannedip,

"Ay bugün yine Gamzeciğim olmuşum. Ah, bir de Seviyor beni..."

Yüzümde oluşan koca gülümsemeye engel olamayarak masalardan birine oturdum. "Ay şu liseliler." Demekten kendimi alamadım. 9. Sınıf kitabımı hazırlarken çantamda o defteri gördüm. Gerçekten fark etmeden almış mıyım? Oysaki sadece mikrofonumu aldığımı fark etmezdim. Merakıma yine engel olamadım. Neyse ki, bir derslik vaktim var.

1 Temmuz 2015

Sıcak bir gündü. Sıcak, kasvetli, boğucu, yorucu...

Sabah kalktığımda, bugün farklı bir şey yapmaya karar vermiştim. Henüz çok yorulmadan, yani bu saçma kemoterapilerden bitkin düşmeden kendimi sokağa attım. Elimde fotoğraf makinesi, hiç bilmediğim, hiç görmediğim sokaklara girdim.

Farklı hayatlar görmek istedim. Benimkinden oldukça farklı hayatlar. Kapılara oturmuş çekirdek çitleyen teyzeler gördüm. Camdan cama komşu dedikodusu yapan gelinler gördüm. Bisikletlerine binmiş, köşeden çıkacak arabaya aldırmadan hızla pedal çeviren gençler gördüm. Gördüm gördüm de bir şey içime dokundu. Kocaman bir bahçesi, demirden direkleri, sarı eski bir binası, dökülmeye yüz tutmuş çatısıyla, kapısında kocaman ÇOCUK ESİRGEME KURUMU yazan o binayı gördüm. Binanın içindekileri gördüm.

Hayatımda yakındığım her şeyin boş olduğunu tek bir kareyle gördüm. Hem de kendi ellerimle çekmiştim. Benim içeri girmem, onların dışarı çıkması yasaktı. Aramıza yarıya kadar duvar sonrasında beyaza boyanmış direkler girmişti. Yüzüme bakıp kocaman gülümsemesiyle "Anne bizi mi görmeye geldin?" dedi. Bunu söylerken yaşımın farkında bile değildi.

"Evet ama beni içeri almıyorlar." Demekle yetindim. Ağlamaya hazır suratıyla,

"Buraya hiç kimseyi almıyorlar. Annelerimizi de almıyorlar." Dedi.

Durdum ve düşündüm. Herkes başka şeylerle uğraşıyordu. Adaletine tüküreyim dünya dedim içimden. Ve sonra Sadık Hidayet'in o sözü geldi aklıma, 'Çocukluğumu yaşamak istiyordum, ama gelince anladım: Her şey çetin ve acı verici, hep o günlerdeki gibi!'"

Kör Baykuş... Benimle dalga geçiyor olmalı. Sayfayı çevirdiğimde ilginç bir şeyle karşılaştım. Daha önce bahsettiği olaylara dair bir parça bırakmamıştı hiç. Ama bu defa bahsettiği o kare, ellerimin arasında duruyordu.

" 'Sizi fotoğraf çekebilir miyim?' diye sordum. Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle ve altı yaşında Şeker Portakalı'ndan fırlamış bir Zeze zekasıyla,

'Bize onu getirirsen neden olmasın.' dedi.

'Hadi bana gülümseyin.' dedim.

Elleriyle direkleri tutup kafalarını çıkardılar. Yüzlerinde kocaman ama çok derin anlam barındıran gülümsemeleriyle bana poz verdiler. Ve onları sonsuzluğa adım attırdım.

Eve gelmeden fotoğrafı doğrudan çıkarttırdım. Şu an sayfaya bir tanesini ekliyorum. Diğerini de yarışmaya göndereceğim. Ve tabii ki de çocuklar.

Bir ad belirlemem gerekiyor. Konuya uygun olmalı. Aslında bunu koyarken çok düşünmüyorum. Tek bir isim olabilir: UNUTULMUŞ ÇOCUKLAR..."

---

Konserdeyim. Yüzümde birkaç ışık, etrafımda birkaç sarhoş ve şarkılarıma eşlik eden birkaç kişi... Aklım sabahtan beri darma duman. Yüzleri seçmeye çalışıyorum. Hiç tanımadığım bir yüzü arıyorum. Belki elinde fotoğraf makinesi tutan biri, belki toplu saçıyla köşelere sinmiş biri, belki gözlerini kapamış sadece sesime odaklanmış biri. Burada mı bilmiyorum ama onun için bir şarkı söylemek istiyorum.

"Lost and soo alone (Kayıp ve çok yalnız)
Born but never known (Doğmuş fakat asla bilinmemiş)
Left all on their own (Kendi başlarına bırakılmış)
Forgetten children (Unutulmuş çocuklar)

We'll never hear a name (Asla bir isim duyamayacağız)
They carry all the blame (Tüm suçu onlar taşırlar)
Too young to break the chaing (Zincirlerini kırmak için çok genç)
Forgetten children (Unutulmuş çocuklar)

They see, they feel (Onlar görürler, onlar hissederler)
Believe (İnan)
Just like we do (Sadece bizim gibi)
They're laughing (Gülüyorlar)
And crying (Ve ağlıyorlar)
Wanna live here (Burada yaşamak istiyorlar)
Like me and you (Sen ve ben gibi)"

SESHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin