Bölüm 4

50 5 1
                                    

 "Sanal âlemin baş belası olduğunu zaten biliyordum. Birileri hakkında bir şeyler öğrenmek için onlarla tanışmak en mantıklı yoldur. En azından bu sayede bir şeyler öğrenirken, kendini alıştırmış oluyorsun. Telefondaki isme tıkladığım anda vücudumda bir şeylerin hareket ettiğini hissettim. Sanki o yüklenme süresi bir yıldan fazla gibiydi ve ben o anda telefonu elimden attım.

Neden böyle hissettiğime dair en ufak bir fikrim yoktu ama oradan hoşuma gitmeyen bir şeyler çıkacak gibi hissediyordum. Odamdan çıkıp aşağıya indim. Annem evden çıkmıştı. Babam zaten evde değildi. Yalnızlığı fırsat bilip kendime koca bir tabakta doping hazırladım. İçerisine evdeki bütün tatlıları ekleyip meyvelerle süsledim. Annem bunu görseydi muhtemelen tabağı elimden alırdı. İçerisindekilerin bana yararlı olmadığını düşünürsek gerçektende haklı. Odama geri döndüğümde telefon bana ben telefona bakıyordum. Tabaktan büyükçe bir kaşığı ağzıma tıkıp ekranı açtım.

Tam anlamıyla filmlerdeki sahneyi yaşıyordum. Ağzımda kocaman bir kaşık ve gözlerimde büyük bir hayal kırıklığı... Hislerimin yanılmış olmasını dilerdim ama yanılmamıştım. Bir hesap ve içerisinde buram buram aşk kokan yüze yakın fotoğraf... Bunlar kaç yıldır sevgiliydi Allah aşkına? Baktım, baktım ve sadece baktım... Ve şunu düşündüm; ne kadar da şanslı?"

Gerçekten şanslı mıydı? Biri, benimle birlikte diye niye şanslı sayılsın ki? Satırları okuduğumda bunu sorgulamadan edemedim. Eğer o şanslı ise ben neyim? Pelin... Tam 4 yıllık sevgilim. Koca 4 yıl. Sahi ben Pelin'le nasıl birlikte oldum? Öyle çok etkilendiğimi hatırlamıyorum. Aslında başlangıcını bile hatırlamıyorum. Haybeye giden bir konuşmanın ardından sevgiliydik. Yalan değil, çok mutlu oldum. Ama hiç şöyle şeyler düşündüm mü? Yani bu defterdeki kız gibi etkilendim mi? Ya da o benden etkilendi mi?

Sesimi nasıl buluyorsun diye sorduğumda bile cevap alamadığım bir sevgili?

Piyanonun başındayım. Düşüncelerimle beraber dans eden notalar... Birkaç çocukça satır beni nasıl böyle düşündürebildi? Ya da asıl soru şu; düşünmem için bu kelimelere mi ihtiyacım vardı? 4 yılımı gözden geçirmek için çok mu geç kaldım? Beynim tam anlamıyla allak bullak... Güzel bir müzik bunu dağıtabilir veya bir kitap beni başka diyarlara götürebilir. Piyanonun başından kalktım kitaplığımın önüne geçtim. Önümde yeni aldığım birkaç kitap, gözüme en çok çarpan Kör Baykuş... Peki ama elim neden deftere gidiyor? Sanırım devam etmeliyim.

17 Haziran 2015

"Saat sabahın altısı. Az önce uykudan kalktım. Tüm gece araştırdığım Pelin sonunda buna da sebep oldu. Rüyalarıma da girmeye başladığına göre kafayı yedim diyebilirim. Bu kadar anlamlı bir rüya görmeyi nasıl başardım onu da bilmiyorum. Sigmund Freud'a sevgiler.

Rüyama dönersek, fotoğraflardan o kadar etkilenmiş ve bir o kadar da incelemiş olmalıyım ki her kareyi aynı şekilde görmeyi başardım. Bir farkla Pelin yok olmuş yerine ben geçmiştim ve Timur daha da içten gülüyordu. Fotoğraflardan kafamı kaldırdığımda ise karşımda onu gördüm. İçimden "Senin burada ne işin var?" diye düşünürken, kendimi ona sarılırken buldum. O da bana sarılıyor ve kulağıma şarkı fısıldıyordu.

Ergenlik triplerinden kurtulmam gerekiyor. Ergenliği yaşamadığımı düşünen ben kendimi saçma sapan bir hayale kaptırmış durumdayım. İmkansız değil ama olasılıksızı oynuyorum. Bu yüzden artık yazmayı düşünmüyorum.

Hoşça kal."

Nasıl yani? Bu kadar mı? Aptal gibi düşünürken hızla sayfaları çevirdim. Devam ediyordu... Bir an derin bir nefes aldım. Bu rahatlama hissi neydi böyle? Bana ne ki?

Aslında doğru söylüyor. O kendini saçma sapan hayallere kaptırmış. Beni de işimden ediyor.

Saate baktığımda, akşam olduğunu gördüm. Oysaki benim hazırlamam gereken sınav sorularım vardı. Defteri bir kenara bırakıp, masaya geçtim ve elime boş bir kağıt aldım.

"Soru 1"

Tam yazmaya başlamıştım ki, kapı çaldı. Yerimden kalktım, kapıyı açtım ve tabiî ki de karşımda Ali'yi gördüm. Elimle içeri buyur ederek tekrar masamın başına geldim. Ben kağıda geri odaklanmaya çalışırken, o bacaklarını sehpaya uzatmış televizyonu açmıştı. Yılların getirdiği arkadaşlık ona bu rahatlığı veriyordu. Gürültüyü biraz abartınca "Sesini kısar mısın biraz?" diye ricada bulundum.

"Sen ne yapıyorsun ki orada?"

"Sınav sorusu hazırlıyorum."

"Bu saatte!"

"Saat daha sekiz ve bunları hazırlamam gerekiyor."

"Ne zaman yapacaksın sınavı?"

"Haftaya."

"Oho, bende yarın falan sandım. Daha çok varmış. Bırak, bırak gel. Televizyonda milli maç var."

"Sen benim ne zaman maç izlediğimi gördün?"

"Oğlum milli maç lan."

"İzle hacı sen izle. Ben hazırlayayım, hafta sonu başka işlerden kalıyor. Hem çocuklara da nerelere çalışmaları gerektiğini söylerim."

"Aman merhametli hocam. Ne yaparsan yap." Göz devirip maçına geri döndü. Onun bu haline gülmeden edemedim.

Masadan kafamı kaldırdığımda, Ali horul horul uyuyor, maç son dakikalarını oynuyor saat de ona yaklaşıyordu. Soruları bitirmiş, kenara kaldırmıştım. Ali için odamdan bir battaniye alıp salona geri döndüm. Onu düzgünce yatırıp üstünü örttüm ve televizyonu kapattım.

"Hayırlı arkadaş seni." Diye homurdanıp sırtını döndü ve uykusuna devam etti. Asla büyümeyen bir çocuk olduğunu ara ara bana hatırlatmasından keyif alıyordum. Yatacağımdan değil ama odama çekilmeyi tercih ettim. Bu defa defteri değil, Kör Baykuş'u aldım. O yazmayı bırakamamış olabilirdi ama ben okumayı bırakacaktım. Kulağımda kulaklıkla 50 sayfalık bir okumanın ardından giren şarkıyla kitabı bıraktım. Şebnem Ferah, bana "Hoşça kal" derken cümleler kafamda tekrardan dönmeye başladı. Devamında ne anlatıyordu? Her şeyden önce neden devam etti? Okusam ne kaybedeceğim ki? Elimi deftere uzattım ve sayfaları açtım.

26 Haziran 2015

"Hoşça kalın üzerinden 9 gün geçti. O zaman saçmaladığımı düşündüğüm için yazmayı bıraktım. Şimdi ise konuşmaya ihtiyacım olduğu için yazıyorum. Tarihin tekerrür etmesinden nefret ediyorum. Sorgulamak istiyorum, onca acıdan sonra neden yine? Henüz 18 yaşındayım. 18 yılda ömrümden 3 yıl gitmedi mi? Şimdi kaç yıl gidecek? Tamamı mı?

Gözyaşlarım sayfaları ıslatıyor. Buna engel olamıyorum. Aynı acıları ikinci defa yaşamak istemiyorum. Tekrar kemoterapiye girmek, tekrar uzayan saçlarımın kazıtılmasını istemiyorum. Neden kurtulamıyorum? Hani kurtulmuştum, neden son bulmuyor? Sadece 2 yıl mı rahat? Peki ya bu sefer neden beyinde?

Onca ilik ameliyatından sonra şimdi nasıl düzelteceğim? Adaletine tüküreyim dünya. Bu kadar isyandan sonra sanırım neler olduğunu anlatmanın vakti geldi. Hem de en başından.

13 yaşındayken, birkaç belirtiden sonra doktora gittiğimizde kötü haberi almıştık. İlik kanseriydim. Bundan sonra beni çok uzun bir süreç bekliyordu. Kemoterapiler, ışınlar ve sonunda donör bulup ilik ameliyatı... Şanslıydım ki, dayımla uyuşuyorduk ama öncesinde tüm o tedavileri görmek zorundaydım. Tam 3 yıl boyunca bunla uğraştım. Sonunda doktorlar "Kurtuldun." Dediğinde, hayatımda duyduğum en güzel cümlenin bu olduğuna karar vermiştim. KURTULDUN! Ne kurtulmuşum ama... Aradan 2 yıl geçti. Ve ben baş ağrıları sonucunda doktora gittim. Aynı anı ikinci defa yaşamak...

"Üzgünüm, beyninizde tümör var."

O anı nasıl anlatabilirim bilmiyorum. Bunu anlatacak kelimelerin olduğunu düşünmüyorum. Annemin gözündeki bakışı unutamıyorum. Doktorun ifadesini unutamıyorum. Ama kendimi unutmak istiyorum. Yok olmak istiyorum. Evet, tekrardan yazıyorum. Çünkü ufacıkta olsa mutluluğa ihtiyacım var. Kulağımda hiç tanımadığım onun, sesi.

Boşluktayım. Boşluğun tam ortasındayken bir ses duyuyorum ve beni o boşluktan çıkarıp huzura kavuşturuyor."

SESHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin