⏪Bölüm iki⏩

109 15 14
                                    

Karga sesleriyle uyandım. Gözümü açtığımda kendimi sahilde üstünde Bakırköy Belediyesi yazan  bir bankta buldum. Sabah olmuştu, yine. Ay yerini yavaş yavaş güneşe teslim ediyordu. Çoğu zaman onlar hakkında hep insanları daha az görmek için aralarında nöbetleştiklerini düşünmüşümdür. Çünkü ikisi de görmek istemiyordu bu maskelerden yüzlerine binalar yapmış insanları. Belki de böyle anlaşmışlardır. Fifty fifty bro !

Banktan kalktım. Gerindim. Etrafıma bakınırken fırından gelen ekmek kokusu dikkatimi çekti. Acıkmıştım. Kokuyu takip ederek fırını hiç zorlamadan buldum. Zaten sokağın karşısındaymış.
"Abi bana ordan 3 simit verir misin?"
"Buyrun, afiyet olsun"
Teşekkürler dercesine başımı salladım ve dükkandan çıktım. Sanırım eve gidip duş alsam iyi olucak, üzerime kuş pislemiş de.
"Hey taksi!"

Orta çaplı yaptığım soygunlardan çıkan paralarla işlek bir caddede dükkan tuttum. Cam kapısını demir kapıyla değiştirmek istedim. İlk başta dükkan sahibi buna izin vermese de dükkanın değerinden biraz fazlasını teklif ettim ve dükkanı satın alarak bunu başardım.

Paranın satın alamayacağı şey yoktur bu dünyada. Özellikle insanları satın almak bir eşya almaktan daha kolaydır. Herkesin bir fiyatı vardır. Peki sen kendini çoktan bu popüler kültüre satmışken sırf hayatta kalıp fazladan bir nefes almak isteyen fahişeleri nasıl suçlarsın? Elbet çok farkı var bu ikisinin. Mesela o sadece bedenini satıyor sen ise bedenini, zihnini, düşüncelerini, ruhunu, hayatını... Gerçekten çok fark var.

Kalabalık yerleri seviyorum. Gürültüyü seviyorum. Kargaşayı seviyorum. Zihnimi meşgul edebilecek herşeyi seviyorum. Eğer o sesleri duymazsam zihnimdeki kaos fırtınalarını duyuyorum. Beynimin her hücresinde gezen anıları görüyorum. Anılarımda gerçekleşen binlerce kelimenin, yüzün, bedenlerin çarpıştığını hissediyorum... Bu sesler zihnimdekileri bastırmama yardım ediyor. Zihnimin yalnız kalıp eski defterleri açmasına fırsat vermiyorum. Müzik olsun yoldan geçen insanlar olsun...
Herkesi herşeyi dinliyorum. Kafamdan senaryolar uyduruyorum tanımadığım insanlarla ilgili. Eğer yazmak için sabrım olsaydı çok güzel filmler ya da kitaplara dönüşebilirlerdi. Olsaydı bile yine yazmazdım. Sadece benim bildiğim harika bir film... Dünya üzerinde kimsenin haberi olmadığı bir eser... Sadece ben... Ve bunun vermiş olduğu haz duygusu...

Silmiştim oysaki geçmişi, lakin izi kaldı. İzin üstünden tekrar geçiyor zihnim sanki hiç silmemişim gibi. Kurşun kalemle yazdıklarımın üstünden tükenmez kalemle geçiyor zihnim. Unutturmuyor. Peki o zaman. Unutmam ben de!

Dükkanın içine antikacıdan temiz ve cüzi bir fiyata koltuk aldım sonra üzerine gözleri olmayan portreler çizdim Modigliani'ye özenerek. Çizdiklerimin çoğu sokakta rastgele gördüğüm insanlar. Girişin biraz ilerisine şömine yerleştirdim. Yan taraftaki pastane fırınının bacasını kullandım. İzin vermedi dükkan sahibi ilk başta. Olur mu öyle şey dedi. Sonra para istedi yaptırmama izin vermesi için. İşte o an zihnime yağmur damlası düşer gibi dükkanı soyma fikri geldi. Adama şehirdışında işlerimin olduğunu, gelince parayı ona tedarik edeceğimi söyledim. Anlaşma buydu. Bir hafta boyunca onlarca kez kılık değiştirerek dükkana girdim. Etrafı inceledim. Plan yaptım. Bir haftanın sonunda dükkanı soydum. Polisler geldi, gitti. Hırsızın kimliğini belirleyemememişler. Yüzünün tek bir zerresi bile gözükmemiş kameralara. Parmak izi de mi yok dedim. Yok dedi. Kameralardan takip etmişler nereye gittiğini biryerden sonra kaybetmişler izini. Polisler bundan pek bir sonuç çıkmayacağını söylemişler. Ne kadar zarar var dedim. 18 bin lira zarar var dedi. Sonra polislere sinirlendi. Ne biçim polis ulan bunlar!
Sonra kendisine kızdı. O kadar miktarı dükkanda tuttuğu için. Sonra olan oldu dedi. Boşvermişlik hissine kapıldı.

Dükkan sahibi borçlandı. Bitik duruma gelmişti. İflasın eşiğindeydi. Ondan aldığım paraların hepsini ona yardım etme amacım var gibi geri verdim. Adam çok şaşırdı. İnanmadı ilk başta. Sonra minnettar oldu. Binlerce kez bu parayı geri ödeyeceğini söyledi. Ben istemedim. Böyle bir iyiliğin karşılığını başka nasıl verebileceğini söyledi. Sadece şöminemin bacasını sizin fırının bacasına bağlama izin verin yeterli dedim. Adamın gözleri parladı, daha büyük birşey bekliyordu benden. Hay hay efendim dercesine onayladı. Aşırı minnet duygusunun vermiş olduğu heyecanla masrafları da üstlendi. Adamın parasıyla bütün masrafı halletmiş oldum.
Şöminenin olduğu duvara grafitti yaptım. Sadece şöminenin vermiş olduğu ışıkta harika görünüyorlar. Canım sıkıldıkça hala üzerine eklemeler yapıyorum. Salonumun bir köşesine kum torbası ve bilardo masası koydurdum. Dükkanın içine kat yaptırdım. Üst katı yatak odası ve banyo olarak ayarladım. Yatağımın üstündeki tavanı siyaha boyadım üstüne ise kocaman ruhsuz beyaz bir göz çizdim. Gözün altına ise "lux in tenebris" yazdım. Yatağımın karşısındaki duvara çeşit çeşit maskeler astım.
Katın altına kullanışlı bir mutfak yaptırdım. Daha sonra avize yerine stüdyo ışıklarından yaptırdım. Çünkü kendi hayatımı bir film olarak düşünürsek ben de baş rol oyuncusuyum. Aynı zamanda senaristiyim çünkü istediğimi yapabiliyorum. Aynı zamanda yönetmeniyim çünkü herşey benim kontrolümde. Ve aynı zamanda izleyicisiyim çünkü bu filmi benden başka izleyen yok. Tek kişilik dev kadro !

Arkadaşlar ilk bölüm biraz kısa oldu ama okunma sayısı arttıkça yeni bölümleri eklemeye devam edeceğim. Yorumlarınıza ihtiyacım var *-*

PERA #Wattys2016Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin