"İyi misin?"

509 34 10
                                    

Minji~

Serin ama güneşli bir kış günüydü. Her taraf kuru yaprakların hışırtısıyla kaplıydı. Yazı özleten bu soğuk,yazdan kalan anıları da hatırlatmıştı bana..

Saat sabah 7.50 civarı okula varmıştım. Uyuya kalıp alelacele hazırlanmaktan berbat görünmem yetmiyormuş gibi bir de rüzgar uçuşturuyordu saçlarımı. Lise hayatımın son yılı olmasıyla birlikte çok baskı vardı üstümde. Etrafta kendini beğenmiş insanlar kalkık burunlarıyla gözlerini üstümden çekmiyorlardı. Ne kantinin yemeğini seviyordum ne öğretmenleri ne dersleri.. Kendimi bile. Yıllardır çabalamama rağmen veremediğim kilolara mı üzülseydim,son senem olmasına rağmen asla ders çalışmama mı? Aşk hayatım zaten berbattı.. Kim 4 yıl önce çıktığı çocuğu yıllar geçmesine ve yıllardır görmemesine rağmen unutamaz ki? Neyse.. o konuya çok girmeyelim. Asıl konumuz bu yıl yeni gelen çocuk. Değişim programıyla Güney Kore'den gelmiş. Türkçe bildiğini asla düşünmezdim ama bu bana onu kendime daha yakın hissettirdi. Orta okuldan beri dans ediyormuş ve sesi de çok güzelmiş. Pehh bana asla bakmaz diye düşünüyordum. Hem onca zayıf ve güzel kız varken neden bana baksın ki? Gerçi hep yalnız görüyordum onu,konuşup tanışmak için bir çok şansım olmuştu ama hepsini kaçırmıştım... Çok da önemsemedim nasılsa kalbimde başka biri,başka kırıklıklar vardı. Asla onaramadığım,düzeltemediğim kırıklıklar.. Onun yerine kimi koyabilirdim ki? Kim tutabilirdi onum yerini? Ya da kim bakardı bana onun eskiden baktığı gibi? Belki eski kilomda olsam bakardı birileri,belki kendime güvenim artardı. Ama nerdee.. bu tiple bütün erkeklerin biladeri olmaya mahkümdum.

Zilin çalmasına 5 dakika kala her zamanki gibi hocaya erken çıkabilir miyiz diye sordum. Kantinde sıra çok olduğundan erken gitmek için izin alırdık hep. Sınıftan çıkar çıkmaz da kantine hücum ederdik. Bugün de okuldaki en yakın arkadaşlarım Deniz ve Gofret ile girdim kantine. Tam da kimse yok derken onu gördüm. Yalnız başına oturuyordu en köşedeki masada. Siyah kahküllerini uzadıkları için yana atmıştı. Teni bir vampirinki kadar beyaz ve temizdi. Minik burnu ve o kıpkırmızı dudakları yüzünün güzelliğinin odak noktalarıydı. Bir elinde süt diğerinde de kitap gibi bir şey vardı. O elindekine, ben ona o kadar konsantre olmuştuk ki kantin sahibi abinin tabakları yere düşürmesiyle ikimiz de irkilip göz göze geldik. Gözleri kimsede görmediğim kadar parlaktı. Bi' an kendimi boşlukta hissettim, sanki dizlerim beni artık taşıyamıyorlardı. Hayır bu olamazdı! Bu hissi iyi biliyordum. Midemdeki ve göğüs kafesimdeki bu sıkışmayı, kalbimin böyle çarpmasını, bütün suratımın böyle yanması, bu soğukta bile terlemeye başlayacak gibi hissediyordum.

Gözlerine öyle daldım ki düşüp kırılan tabakların kırıklarının bacaklarımı kestiğinin farkına bile varmadım. O farketmiş olacak ki elindekileri bırakıp bana doğru yürümeye başladı..

"İyi misin?"

PURE × Park Jimin Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin