Burak'ın Ağzından
Barış'a çarpan adama attığım her yumrukta biraz daha öfkeleniyordum. Onun yüzünden içeride hayata tutunmaya çalışan gencecik bir adam vardı. Benim kardeşim dediğim adamlardan biri Barış!
Ellerim beynimin kontrolü dışında çalışıyordu sanki, bıraksalar o herifi oracıkta gebertirdim ama buna ne Kerem nede güvenlik görevlileri izin verdi. Beni o pislik herifin üzerinden kaldırdıklarında duyduğum ses beni olduğum yere sabitlemişti.
"Barııııııış!"
Annesinin feryadı bütün hastanede yankılanırken Kerem çoktan ameliyathaneye doğru koşmaya başlamıştı. Cesaretim yoktu... Yanlarına gitmeye, ne olduğunu anlamışcasına hastaneden çıktım. Bir nevi kaçtım.
Kendimi Gökçe'nin evinin önünde bulduğumda, her başım sıkıştığında ona koştuğumu fark ettim. Zile bastığımda kapıyı kimse açmadı. Ona ihtiyacım vardı, telefonla aradığımda da sonuç değişmemişti. Telefonu kapalıydı. Ümidi kesmiş onu burada beklemeye karar vermişken açılan kapının sesiyle irkildim.
"Birine mi bakmıştın beyim?" diyen kapıcının suratında ki merak görülebiliyordu. "Evet daire 13 Gökçe Hanıma bakmıştım." dediğimde kapıcının şaşkınlığı biraz daha arttı. "Beyim Gökçe Hanım yurtdışına bugün gitti vallahi" dediğinde başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Ona en ihtiyacım olan zamanda, yanımda değildi. "Ne zaman döneceğini söyledi mi?" diye sorduğumda aldığım cevap bugünün ikinci şokuydu. "Dönmeyecek ki temelli gitti, evi de boşalttı neredeyse." demesiyle şok üstüne şok yaşamıştım. "Nasıl ya?" diye kendi kendime sorarken kapıcı yavaşça yanımdan uzaklaşmıştı.
Çalan telefonum kendime gelmemi sağlamıştı. Arayan Keremdi. Reddettim. Duymak istemiyordum, bilmek, yüzleşmek istemiyordum. İstediğim tek şey Gökçe'ydi. Oda burada değildi ve bu durum hiç hoşuma gitmemişti. Telefonum tekrar çalmaya başladığında bu sefer reddedemedim, yine de açtığımda konuşmaya cesaretim yoktu.
"Korktuğun gibi değil, neredesin bilmiyorum ama buraya dön, hemen!" dedikten sonra telefonu çat diye kapatan Kerem, herşeyi biliyor olmalıydı.
Tekrar hastaneye dönmem yirmi dakikamı almıştı. Kerem rahatlamış görünüyordu. Beni görünce ayağa kalkıp "Hayati tehlikeyi atlattı." dediğinde dünyalar benim olmuştu. Bu mutluluk Gökçe'yi merak etmemi engelleyememişti. Yine de şuan sırası değil diye kendimi tutuyordum.
Bir şeyler içmek için kafeteryaya indiğimizde daha fazla dayanamayıp "Gökçe nereye gitti?" diye sordum. Kerem'in bildiğine adım gibi emindim, Gökçe mutlaka ona söylemişti, yüzünde ki afallamış ifadeden de anlaşılıyordu zaten. "Viyana'ya gitti. Sen gittiğini nereden biliyorsun?" dediğinde içimi derin bir acı kapladı. Gerçekten gitmişti. Bana haber vermeden mi? Her şeyi geçtim bir hoşçakal demeden mi gitmişti... "Nereden öğrendiğimi boşver sen, ne zaman geri dönecek?" dediğimde karşımda kaskatı olmuş bir Kerem duruyordu. "Uzun bir süre dönmeyecekmiş, belki de hiç." dediğinde içimden bir şeyler kopup gitmişti.
Daha fazla konuşmadan kendi mi hastaneden dışarı atmıştım, nasıl giderdi? Beni nasıl yalnız bırakırdı? Ben ona bu kadar değer verirken, o bana nasıl arkasını dönüp giderdi. Nasıl söylemezdi... Bunları düşünürken kendimi uçak biletlerine bakarken buldum. 03:00 uçağına yetişmeliydim. Gidip onu bulmalıydım. Kendi kendime bunu çözemezdim, ona sormalıydım. O uçağa yetişmek için üç saatim vardı.
Büyük bir hızla eve gelmiş, pasaportumu alıp yanıma üç beş parça eşya almıştım, gitmeye hazırdım. Ben evden çıkmak üzereyken Kerem eve gelmişti. Valizimi gördüğünde "Viyana'ya demeyeceksin değil mi?" diye sordu. "Evet Viyana'ya! Bana söylemeden neden kaçar gibi gittiğini öğrenmem lazım. Ben bunun acabasıyla yaşayamam." dediğimde Kerem'in bana söyleyeceği bir şey olduğu belliydi. "Söyle söyle, daha kötü bir Burak göremezsin zaten."
Sözlerim onu daha da germişti. "Otur..." derken elime bir kadeh viski tutuşturmuştu. "Acelem var bu uçağı kaçırırsam..." derken kapıya yönelmiştim. Önüme geçip "Gidemezsin!" dedi. Lafımı bölmüş sesini yükseltmişti. "Otur konuşacağız. Seni böyle göndermem. Eğer sabaha hala gitmek istersen ben seni havaalanına götürürüm." dediğinde bildiği bir şey olduğu çok belliydi. Koltuğa oturduğumda elime bir kadeh tutuşturdu. Tam karşımdaki koltuğa oturup konuşmaya başladı.
"Şimdi sen sorduğum sorulara samimi cevap vereceksin, ben de sana bildiklerimi anlatacağım." dediğinde kendimi neye hazırlayacağımı şaşırmıştım. Ne bilmek istiyordu ki... "Tamam seni dinliyorum." dediğimde öksürüp anlatmaya başladı. "Seni bazı şeyleri öğrenmeden Viyana'ya falan yollamam bunu unut çünkü gerçekten senden kaçmak için gitti Gökçe." tam konuşmaya başlayacakken eliyle beni susturdu. "Lafımı bölme yeri geldiğinde seni de dinleyeceğim, önce bana cevap ver sen nasıl öğrendin gittiğini?" sözün bana geçmesiyle "Benden nasıl kaçar ya nasıl kaçar? ben ona ne yaptım ki?" diye sitem etmeye başladım. Ciddi ciddi bozulmuştum. Ben onu hiç küstürmek istemezdim ki neden böyle olmuştu. Kerem'e her şeyi anlatırsam oda bana anlatırdı. "Ben hep çok üzüldüğümde, çok sinirlendiğimde ve çok mutlu olduğumda kendimi Gökçe'nin yanında buluyorum. Neden diye sorma çünkü ben de nedenini daha bulamadım ama böyle işte bugün de öyle oldu Barış'ın öldüğünü zannettim, hastaneden fırladım. Bir bakmışım Gökçe'nin evinin önündeyim. Evde yoktum, aradım açmadı. Onu bulamamak, ona ulaşamamak. Sevmedim bunu, sevmedim işte." ben neden böyle oldum diye düşünürken Kerem benim yerime sesli düşünmeye başlamıştı. "Bu dediğin şeyi herhangi bir kız arkadaşın için söylediğini zannetmiyorum, tamam biliyorum Gökçe senin için hep özel biriydi ama bu özel durumu biraz daha farklı bir şey olabilir mi?" dediğinde ne demek istediğini anlamıştım. "Galiba bunu konuşmak için biraz daha içmem gerekiyor." dememe kalmadan Kerem boş bardağımı doldurmuştu. "O zaman iç, çünkü bu gece bu olayı çözeceğiz." dediğinde hiç olmadığı kadar ciddiydi.
"Ben anlatmaya başlıyorum o zaman." diye söze girdi. "Gökçe ailesini kaybettikten sonra zor zamanlar geçirdi. Biz her ne kadar ona destek olmaya çalışsak da yalnızdı Gökçe. Hayatına birileri girip çıktı ama aklında olan kişi hep senmişsin. Onun için de kolay olmadı gitmek, gidişi aslından senden vazgeçişiydi. Çünkü senin hayallerinde ki adam olamayacağını düşünüyordu. Haksızsın diyemedim. Haklı olarak bir aile istiyor kendine, sıcak bir ev belki de minik bebekler. Ama bunun seninle olmayacağının da farkında. O yüzden bırak gitsin, kendine yeni bir hayat kursun. Eğer onun istediği adam olamayacaksan çıkma karşısına artık, o da yorulmuş be Burak! Onu da anla."
Kerem'in söyledikleri karşısında afallamıştım. Birkaç kadeh içtiğim için olsa gerek benim de dilim çözülmüştü. "Kerem hayatıma onlarca kız girip çıktı, içlerinden birine bile Gökçe kadar değer vermedim. O benim için bambaşka biri. Başkasıyla kendimi bir ilişkiye hiç hazır hissetmedim belki de bu yüzden hep günübirlik ilişkiler yaşadım. Eğer bir gün biriyle ciddi bir ilişki yaşayacaksam bu Gökçe dedim kendime hep. Ama kendime hiç güvenemedim. Onu incitmekten, kırmaktan en çok da başaramamaktan korktum. Beni biliyorsun işte. Hiç emin olamadım benden hoşlandığına, kendime de konduramadım. Arkadaşız biz diye kendimi avuttum. Öyle değilmiş meğer. Bende bir şeylerin dank etmesi için beni bırakıp gitmesi, terk etmesi gerekiyormuş. Onsuz olmaz Kerem, ben Gökçe'yi geri getirmeye gidiyorum." dediğimde Kerem de ayağa fırlamıştı.
"Ben seni havaalanına bırakayım." derken yüzünde en pişkin gülümsemesi vardı. Galiba onun için görev tamamlanmıştı.