Yazık Oldu (1)

192 3 0
                                    

Sabahın erken saatlerinde kalktım. Henüz güneş yeni doğmuştu ama tek kalkan ben değilmişim Sadih'te oradaydı. Belki de hiç uyumamıştı geceden beri buradaydı. Yanına gittim nasıl olduğunu sordum bilmiyorum şeklinde yüz ifadesi yaptı. Gerçekten zor bir durumda efendimiz onun casus olabileceğine gerçekten inanırsa Sadih'i öldürttürür ve ona yazık olurdu. Uyuyup uyumadığını sordum lakin uyumamış gece boyunca burada öylece düşünmüş. Ve şunu yapmayı planlamış, "Acaba gidip casus benim desem beni serbest bıraksalar da Hindistan'a ailemi bulmaya mı gitsem." dedi. Ben de sakın dedim. "Sakın öyle bir şey yapma. Casus olmadığın hâlde böyle bir şey söyleme. Efendimizin serbest bırakacağım dediğine bakma o intikamını almadan kesinlikle bırakmaz eğer gider öyle söylersen ölürsün" dedim. Bu söylediklerime karşılık o da "Gidip şansımı denemeliyim zaten her türlü öleceğim. Herkes benim casus olduğumu düşünüyor. Eğer bu efendimizin kulağına giderse ki gitmiştir de zaten beni ibret-i âlem olsun diye öldürecek yani çok kötü işkenceler yapacak." dedi. Aslında çok haklıydı ve dediği gibi de efendimizin kulağına gitmişti. O da Sadih olabileceğini mantılı bulmuştu. Sadih gerçekten hiç iyi değildi. Az önce beni serbest bırakır ailemi bulmaya giderim diyordu şimdi ise ibret-i âlem olsun diye öldürür diyor.

Artık herkes kalkmış ve birer birer avluya dökülüyorlardı. Avlu iyice kalabalıklaştı ve fedailerden biri haber getirdi bana. Kalemize doğru yaklaşan bir kervan varmış. Haberi gözcülerden almışlar, Mısır kervanıymış sancağından anlamışlar. Onları yağmalamak için toplandı tüm fedailer. Önce her zaman olduğu gibi uyaracaktık eğer baş kaldırıda bulunurlarsa başlarını kesecektik. Kervan iyice yakınlaşmıştı ve baya yüklü olduğunu gördük. Kervanı durdurdum ve konuşmak için bir elçi yani bir rehber istedim. Umarım aralarında dilimizi bilen biri vardır yoksa Cihat konuşacaktı benim yerime ve o benim kadar sert olmayacaktır. Aslında bende Arapça biliyorum lakin Cihat gibi konuşamam sonuçta onun ana dili. Benim yaşlarımda bir adam geldi üzerinde beyaz bir giysi vardı omzunun yarısı açık tuhaf bir elbise, galiba orada öyle giyiniyorlar. Gerçi Mısır'ın sıcak bir yer olduğunu duymuştum böyle giyinmeleri normaldir. Ama burası da Mısır değildi yaman olur bizim buraların soğuğu. Adam bana ne istediğimizi sordu dilimizi bilmesi beni sevindirdi. Adama nereden gelip nereye gittiklerini sordum. O da " Mısır'dan geliyoruz efendim ticaret için Çin'e gittik şimdi ise yükümüzü aldık geri dönüyoruz." dedi. Öncelikle kalemizde konaklayıp bir iki gün dinlenmelerini istedim sonuçta onlar birer yolcu ve misafirperver davranmalıyız. Lakin aceleleri varmış geri dönmeleri gereken vakte bile zor yetişeceklerini söyledi. -İşte bizler yolunu kesip malını yağmalayacağımız adamlara bile böyle davranıyoruz. - Ardından sordum adama "Bize neler getirdiniz Mısır'dan yahut Çin'den." dedim. Adam, "Bir armağanımız yok burada bizi karşılayacağınızı bilsek getirirdik efendim." dedi. Ya adam çok saftı ya da saf takliti yapıyordu. Galiba ne demek istediğimi anlamamıştı. Bende baktım böyle olacak gibi değil dosdoğru söyledim niyetimizi. Belimdeki bıçağımı çıkardım adamın boğazına doğru dik bir şekilde dayadım. Ve "Galiba ne demek istediğimi tam olarak anlatamadım. Şöyle izah edeyim Mısırlı dostum. Biz şu tepede görmüş olduğun kalenin fedaileriyiz ve buralar bizden sorulur. Bizden izinsiz buradan kuş dahi uçmaz bırak ki kervan geçsin. Demem o ki bize şöyle birazcık geçmenize izin vereceğimiz kadar erzak yada altın vereceksiniz isterseniz develerden birini de bırakabilirsiniz. Yok biz size hiçbir şey vermeyiz çekilin önümüzden diyorsanız orasını siz bilirsiniz. Ama o zaman sizin için iyi şeyler olmaz kan çıkabilir lakin yine de siz bilirsiniz." dedim. Adam konuşmamdan etkilenmiş olsa gerek ki korkak bir ses tonuyla başladı konuşmaya "Efendim ne isterseniz alın demek isterdim lakin kervandaki otuz dört deve de emanet ama size yanımdaki keseyi vereyim içinde fazla bir şey yok ama size verebileceğim başka hiçbir şeyim de yok ne yazık ki." dedi. Galiba yine beni anlamadı. Bu sefer anlatacaktım ona ve gülerek "Galiba sözlerim yeterince açık değil sana burada kan çıkar ve bütün kervanına el koyarız diyorum anlamıyor musun?" dedim. Ve adam yine ürkek bir sesle "Efendim sizi gayet iyi anlıyorum ama ben bu develerden birini size öylece verirsem buradaki yaverlerden birisi hemen haber verir deveyi size bıraktığıma dair ve bende olmadık işkencelere maruz kalırım." dedi. Adama acımadım değil ama buradan da elimiz boş dönecek değildik elbette ve Merih'e seslendim derhal getir diye. Adam ürkek gözlerle Merih'i takip ediyordu acaba ne getirecek diye. Merih yayımı ve oklarımı getirdi. Adam iyice korkmuştu galiba o da sizin gibi onu vuracağımı sandı. Tabi ki öyle bir şey yapmayacağım sadece küçük bir işim var onun için istedim. Çantadan bir tane ok istedim ve yayıma bir güzel yerleştirdim çektim. Deveyi vurdum, öldürmedim lakin yaraladım onu. Gerçi ölse de pek bir şey değişmez bizim için nasıl olsa akşama yiyecektik onu. Adam öylece bana bakakaldı. Ve onun konuşmasına müsade etmedim söze girdim hemen. "Gördüğünüz gibi bu deve artık yol alamaz yani yaralandı. İsterseniz üzerindeki yükleri alınız yada yükleriyle birlikte burada bırakabilirsiniz de." dedim. Ardından alaycı bir şekilde "Eğer uygun görürseniz deveyi bir yere götürmeyecekseniz onu akşam yemeği için kullanabilir miyiz?" dedim. Hızla üzerindekileri aldılar ve müsaade istediler gitmek için. Çok ısrar ettim onlara bizimle kalıp akşam deve eti yemeleri için lakin aceleleri varmış. Bu adama niye bu kadar iyi davrandım halâ bilmiyorum normal şartlarda devenin yüküne de el koyardım ama koymadım ya da koyamadım. Fedailer deveyi kaleye taşıyamayacağı için devenin burada kesilip parçalanmasını öyle kaleye taşınmasını emrettim.

ALAMUT: İNTİKAM Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin