"Hasta çok fazla direndi, hayata tutunmaya çalıştı ama... Bitkisel hayata geçmekten kurtulamadı... Üzgünüm..." Gözlerimin içi yanmaya başlamıştı. Nasıl olabilirdi nasıl? Benim Defne'm, benim gözümün nuru nasıl öylece hareketsiz durabilirdi?
Annem bir an sendeleyince hemen tuttum ve bir sandalyeye oturttum. Ne yapacaktık biz şimdi? Anneme bakılması için hemşire çağırdım ve doktorun yanına gittim.
"Ne olacak şimdi? Birşey hissedecek mi?"
"Bilimsel olarak rüya görüyor olacak. Umarım kabus gibi birşey görmez. Tek duamız bu."
"Peki yaklaşık ne kadar bitkisel hayatta kalacak?"
"Bunun hakkında birşey söylemek pek mümkün değil, kimileri bir kaç ay kalır, kimileri..."
"Kimileri ne?"
"Kimileri de... uyanamaz." Kalbime saplanan hançer beni öldürmek istercesine deşiyordu.
Doktorun yanından ayrılıp Beril'lerin yanına gittim. Annem ağlıyor, Beril ağlamamak için gözlerini yumuyordu. Güçlü mü kalmamız gerekiyordu şimdi bizim? Nasıl olacaktı bu? Nasıl dayanacağım? Benim dayanağım Defne'mdi. Ama ondan önce çok daha büyük bir dayanağım vardı değil mi benim? Rabb'im vardı. Bana bunu Defne öğretmişti.
Mescide gitmek için ayağa kalktım. Onun için dua etmem gerekiyordu değil mi? Şuan tek duaya ve namaza sahiptim.
İlk önce güzelce abdestimi tazeledim. 2 rekat hacet namazı kıldıktan sonra Beril içeriye ağlayarak girdi. Tuttuğu gözyaşlarını biranda serbest bırakmıştı.
Abdestliydi herhalde, oda arka çaprazıma geçip namaz kılmaya başladı, bende devam ettim namazıma. Bittiğinde dua etmek için ellerimi semaya açtım.
"Ey Rabb'im, bizleri senin yoluna döndürdüğün için şükürler olsun. Yalnız sana kulluk eder, yalnız sana ibadet ederiz. Sen bana bu yolda doğruyu göstereni tekrar bağışla. Dualarımızı kabul eyle Ya Rabb."
Seccademi toparlayıp bir kenara koydum. Defne'mi görmek istiyordum. Nasıldı acaba? Doktorun yanına yavaş adımlarla ilerledim.
"Görebilirmiyim onu?"
"Tabiki, ama önlük, maske ve bone takmalısınız. İlk zamanlarda bu gerekli. Şöyle alayım sizi." diyerek kutuların olduğu yeri işaret etti. İçinden gerekli malzemeleri alıp taktım. Yavaş adımlarla odaya doğru ilerledim. Kapıyı açıp girdiğim de yatağın yanında bir sandalye duruyordu. Biraz geri çekip oturdum ve Defne'min elini tuttum, her zaman ki gibi sıcacıktı.
"Uyan nolursun gözümün nuru, uyan. Tek dileğim bu şuan Rabb'imden. Beraber yine namaz kılalım, abdest almak için önce sen kap banyoyu, elimden tutup beni terapiye götür, bana yine yemekler hazırla, tüm yemek saati boyunca o güzel gözlerine bakayım, ama nolursun kalk. Sana evlenme teklifi ettiğim gün bana 'Namazını kılmazsan evlenmem bak.' demiştin hani bana. O günden beri sana ve Allah'a olan sözümü tutmak için çok çabalıyorum. Ben senin sayende doğru yolu buldum, en sevgiliye yöneldim. Hadi be güzelim. Kalk ayağa, sarıl bana sımsıkı, hiç bırakmayacak gibi..." derken gözlerimden yaşlar akmaya başlamıştı. Elimin tersiyle hepsini kenara itip sandalyeden kalktım. Beni böyle görmesini istemiyordum.
"Yine geleceğim, uyanana kadar her gün geleceğim gözümün nuru." dedim otomatik kapının açılmasını beklerken.
》Defne'den
Gözümü açtığımda etrafıma bakındım, beyaz elbiseli kadınlar, beyaz gömlekli ve siyah pantolonlu erkekler vardı. Sanki şoka girmiş gibi öylece hareketsiz duruyorlardı.
Yanımda oturan kadına döndüm.
"Merhaba, neredeyiz acaba, neyi bekliyoruz?"
"İstasyondayız, herkes tren bekliyor." dedi gözünü baktığı yerden ayırmayarak. Ayağa kalkıp, etrafı dolaştım. Ben niye onlar gibi hareketsiz değildim. En önemli soru da ne buraya nasıl geldiğimdi. Raylar vardı. İki ucuda karanlık. Bir ucuna girip ilerlemeye başladım, ama bu pekte uzun sürmedi. Çünkü diğer uçtan çıkmıştım. Burası nasıl bir yerdi böyle? Tek çare şu gelecek olan treni beklemekti sanırım. Tekrar yerime dönüp oturdum.
Bir ses hızla yaklaşıyordu raylardan. Sanırım geliyordu tren. Nereye gidecektik ki? Herkes ayaklanıp rayların önünde sıraya dizildi. Bende onlara ayak uydurarak sıraya geçtim. En fazla 20 kişi falan vardı sırada.
Trene binince sanki sonu yokmuş gibi hissettim. Boş bir yer bulup oturduğumda dışarıyı izlemeye başladım. İnsanlar hâlâ robot gibiydiler. Biran giriş kapısı kapandı ve tren hareket etmeye başladı.
Kapkara tünele girdiğimiz de beyaz bir ışık patladı sanki gözümüzde. Tren kapısının üstünde bir ekran vardı ve üzerinde 'İnecek kişi;' yazıyordu. Durduğumuz yerlerde inecek kişi adını gördüğünde iniyordu.
Derken yavaş yavaş insan sayısı azalmaya başlamıştı. Ekranda kendi ismimi gördüğümde ayaklandım. Nereye gelmiştim ki? Kapı açıldığında korkarak minik merdivenlere adımımı attım.
İndiğimde bir koridordaydım. Duvarlar kırık beyaz renginde ve üzerinde lale desenleri vardı. Koridorun ucunda yine bembeyaz bir ışık... Yavaş adımlarla sona doğru ilerledim. Ulaştığımda ilk önce elimi beyaz ışıktan geçirip sonrasında da vücudumu atmıştım oraya.
Karşımda bir salon vardı, bir yerden tanıdık geliyordu sanki, diye beynimi düşünmeye zorladım. İlerledim, ilerledim, ilerledim...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cennette İnecek Var!
General Fiction'Sabrın sonu selamettir.' demiş atalarımız. Gerçekten selametmiydi Defne'nin sabrının sonu? Bu imtihandan alnının akıyla çıkabilecekmiydi? Herşeye rağmen mutluluğuna ulaşabilecek mi? Harama karışmadan cennete gidebilecekmiydi? Bunları hepberaber gö...