(Bölüm 3)

128 8 0
                                    

Etrafıma baktığımda tek görebildiğim karanlığın sonsuzluğuydu. Sessizce ilerlemeye başladım. Nerede olduğumu ayırt etmeye çalışıyordum. Nasıl gelmiştim buraya? Uzun bir süre ilerledikten sonra artık yürüyecek gücüm kalmamıştı. Ayak tabanlarım acıyordu. Umudum kalmamıştı ki  dipsiz karanlığın içinde bir ışık hüzmesi fark ettim. İçimi büyük bir umut kapladı. Hızlı adımlarla ilerlerken önüme takılan engelle yere çakıldım. Elim ve diz kapağımdan akan sıcak sıvıyı hissettim. Ayağa kalkmaya çalışmama rağmen beceremedim. Tekrar denedim. Bu sefer başarılı olmak üzereydim ki beni aşağıya doğru çeken güçle yeniden devrildim. O an karanlığın içinde parlayan siyah gözleri gördüm.

 

 ‘Beni bu kadar kolay bırakabileceğini mi sanıyorsun? Bir kere düştün mü bir daha ayağa kalkamazsın’ dedi ürkütücü sesiyle.

 ‘Bırak beni gitmeliyim. Işık kaybolmadan ona yetişmeliyim. O normal bir ışık değil, o benim umut ışığım.’ Titrek sesimle O’na yalvarıyordum. İçimi korkudan titreten bir sesle kahkaha attı.

‘Bu ıssız karanlığın içinde ki soluk bir ışık hüzmesi seni bu kadar heyecanlandırmasın ufak kız.’ Dediği gibi beni bir yere sürüklemeye başladı ama ışıktan hızla uzaklaşıyorduk.

‘Bırak beni! Işığı bu kadar zor bulmuşken onu kaybedemem,yalvarırım bırak beni..’ sesim git gide yalvarışa dönmüştü. Saatlerdir yürüdüğüm için zaten gücüm kalmamıştı bir de düştüğüm için ona direnecek gücümde olmadığı yoktu. Bu yüzden beni sürüklemesine karşı koyamıyordum. Artık ışık görünmez olduğunda hıçkırarak ağlamaya başlamıştım.

Ağlaman gereksiz ufaklık artık sende bu karanlığın bir parçasısın!’

Ağlamam daha da şiddetlenmişti. Nefes almakta zorluk çekiyordum. Boğulduğumu hissettim..

                                                                           

Alarmın sesiyle yattığım yerden sıçramıştım. Yanağımda ki ıslaklığı fark ettim. Son zamanlarda gördüğüm kâbus sayısı iyice artmıştı. Ama uykuyu çok sevdiğimden her ne kadar uyumak istemesem kafamı yastığa koyduğum an uyumaya başlıyordum.

Kendimi çok halsiz ve hasta hissediyordum. Kafamı yorganın altına gömüp gözlerimi yumdum. O sırada kapının açılıp annemin Melis diye seslenmesi üzerine kafamı yavru kedi misali yorganın altından uzattım. ‘Okula geç kalacaksın’ dedi mesafeli bir sesle. Dün söylediklerimden dolayı gerçekten üzüldüğünü fark ettim. Gitmeyeceğim dedim. Annemin soracağı sorulara cevap vermek üzere kendimi hazırlamıştım ama beklediğim sorular yerine kapının üzerime kapanışını duydum. Bu beni kırmıştı. Annem bu değildi. Benim hep üzerime titrerdi. En ufak bir baş ağrısında bile büyük bir evhama kapılırdı. Ama şimdi neden okula gitmeyeceğimi bile sormamıştı.

 Sıkıntıyla yerimden kalkıp duşa girdim. Hızlı bir duş alıp dolabımın önüne gelip ne giyeceğime karar vermek için uzun bir süre harcadım. Okulumuzun kötü tarafı özel okul olduğu için kıyafetlerinde serbest olmasıydı ki benim gibi kararsız bir insan için kıyafet seçimi çok zor bir şeydi.  En sonunda düşük kollu bir kazak, deri taytım ve kırmızı Dr. Martens botlarımda karar kıldım. Hızla aşağı indiğimde evde benim dışımda kimsenin kalmadığını fark ettim. Kurulu kahvaltı masasından ağzıma bir şeyler atıp çantamı ve ceketimi aldığım gibi evden çıktım.

Okula vardığımda ders zili yeni çalmıştı. Hemen sınıfa gidip yerime oturdum. Çağatay’la aynı sınıfta olmadığımız için bir kez daha şükrettim. Onun olmadığı az sayıda yerlerden biriydi sınıfım. Evet, Çağatay’la ikimiz aynı okuldaydık ve ikimizde lise sonduk. Çağatay benden büyüktü ama 1 senesi yaptığı hatalar yüzünden boşa gitmişti, sınıf tekrarı yapmak zorunda kalmıştı.

Dersler boyunca kafamın dağılması için notlar almaya çalıştım. En sonunda öğle arasını duyuran kurtarıcı zil çaldığında Sinem’in beni sürüklemesiyle yemekhaneye geldik. Yemekhaneye girdiğimizde sevimsiz kuzenim ve onun çevresini saran ahmak kızları gördüm. Sinem’in de onları gördüğünü yüzündeki üzgün ifadeden anladım. Gel çıkalım buradan istersen dememe rağmen Sinem beni duymazlıktan gelip sıraya ilerlediği sırada Çağatay’ın beni fark ettiğini Biricik kuzenine selam vermeyecek misin? diye seslenişinden anladım. Hiç oralı olmadım.

 Seri adımlarla sıraya ilerlerken kızların kendi aralarında konuşmalarını duyuyordum. ‘Şunda ki havalara bakın. Böyle bir kuzeni var ama o nasıl davranıyor.’ ‘Benim böyle bir kuzenim olsa, akraba falan dinlemem atlayıveririm kucağına valla’ diyip hem söyledikleri şeylere hafifmeşrep edasıyla gülerken aynı zamanda bana da küçümseyici bakışlar atıyorlardı. Ama yaptıkları iğrenç yorumlara kulaklarımı tıkadım.

Sıraya varmıştım ki birisi beni kolumdan tuttuğu gibi kendine çekti. Öyle sıkı tutuyordu ki onu ittirmem imkânsız gibiydi. Bu bana gördüğüm rüyayı hatırlattı. Gözlerim dolar gibi oldu ama güçlü olup gözyaşlarımı içime boşalttım. Karşımda duran çok iyi tanıdığım aynı zaman da nefret ettiğim gözlerin içine bakarak tısladım ‘ Ne yaptığını sanıyorsun Çağatay?!’ Çok sinirlenmiştim ama benim sinirim O’na zevk vermekten başka hiçbir işe yaramıyordu. Ben ne kadar güçlü olmaya çalışsam da anılar zihnime akın ediyordu. Terliyordum. Uzun zamandır atak geçirmemiştim ama Çağatay beni bırakmazsa tüm okulun önünde bunun gerçekleşeceğini benim gibi Çağatay da biliyordu. Kollarımı o kadar sıkı tutuyordu ki canım acıyordu.

 Hem psikolojik hem fiziksel acıya daha fazla dayanamayıp gözümde ki yaşların akmasına izin verecektim ki birinin beni Çağatay’ın elinden kurtarıp kendine çektiğini fark etmem geç olmadı. Ama kafamı kaldırdığımda gördüğüm manzara akıllara zarardı. Çağatay’ın burnu kanıyordu. Ama asıl şaşırdığım nokta ise en az Çağatay kadar popüler ve kızların ağzının suları akarak izledikleri, okulun yalnız ve gizemli çocuğu Rüzgâr’ın kolları arasında oluşumdu.

Bakışlarımı Rüzgâr’ın yakışıklı suratından Çağatay’ın kanayan suratına çevirdiğimde ürkütücü bakışlarla karşılaştım. Çağatay’ı ilk defa bu kadar sinirli görüyordum. O hep hayatı dalgaya alan insan gitmiş yerini muleta görmüş öfkeli bir boğa almıştı. Sen hangi cesaretle benim işime karışırsın’ diyerek Rüzgâr’ın üzerine yürümeye başladı Çağatay. Ama bu beni korkutmadı çünkü Çağatay her ne kadar çok güçlü olsa da duyduğum kadarıyla Rüzgâr’ın birçok dövüş dalında dereceleri vardı ve kolaylıkla Çağatay’ı alt edebilirdi. Rüzgâr, Çağatay’ın dediklerine aldırmayarak beni yanına çekip yemekhaneden çıkmak için bir adım atmıştı ki Çağatay’ın hızla gelen yumruğunu görüp, üzerine doğru gelen eli havada kapması bir oldu. Çağatay’ın elini tuttuktan sonra elini arkasına dolayıp onu hızla yere yatıran Rüzgâr sonrasında Çağatay’ın üzerine çıktı. Çağatay’ın bastırmakta güçlük çektiği iniltisi Rüzgâr’ın elini iyice kıvırmasıyla tüm yemekhane de yayıldı. Bunu bir daha denersen bir daha ki sefere kullanacak bir kolun olmaz’ diyerek Çağatay’ın kulağına doğru tısladı Rüzgâr. Ben olayın şokunu atlatamamış bir şekilde onları izlerken Rüzgâr Çağatay’ın üzerinden kalkmış benim yanıma gelmişti. Hızla kolumdan tutup beni yemekhaneden çıkardı.

 Epey ilerledikten sonra Rüzgar'ın elinin hala kolumda olduğunu ve beni çekiştirdiğini yeni yeni idrak etmiştim. Kolumu bir hışımla elinden kurtardım. ‘Hepiniz benim hayatımdan uzak durun! Ne istiyorsunuz benden anlamıyorum. Niye kurtardın beni ?! Bıraksaydın da orada kriz geçirseydim. Tüm okula rezil olsaydım. Şimdi ne olacak biliyor musun sen?! Çağatay bunun acısını benden çıkaracak. Benden uzak dur, anladın mı? Bir daha O’nla benim arama girme’ Evet kriz geçirmemiştim ama şu an bir sinir krizinin ortasında beni Çağatay’ın elinden kurtarmış bir çocuğa teşekkür etmek yerine onu azarlıyordum. Koşturarak kendimi okuldan dışarı attım. Evet, hayatım bir bok çukurundan farksızdı. O çukurda nereye ilerlersem ilerliyim boktan kurtulamıyordum. En kötüsü, boka daha çok batıyordum…

İZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin