Çağatay’ın ağzından;
Canımın acısına rağmen çevik bir hareketle yerden kalkıp kalabalığa dağılması için var gücümle bağırdım. Benim bağırmamdan korkan ahmaklar çil yavrusu gibi dağıldılar hemen. Şu an ki sinirimi atmam için birkaç kişiyi öldürene kadar pataklamam lazımdı aslında ama şaşkınlığımı üzerimden atamıyordum. Ne sanıyordu bu it herif kendini? Nerden çıkmıştı bir anda ve ne cüretle bana kafa tutup benim elimden bir kızı çekip alıyordu? Hepsinin cezasını çekecekti ama önce Melis’i bulup sinirimi ondan çıkarmalıydım.
Melis’in ağzından;
Eve gitmek istemiyordum. Şu an da bağırarak ağlamak, kafamı duvarlara vurmak istiyordum. Çünkü Çağatay sinirlendiğinde çok tehlikeli olabiliyor ve sinirini benimle atacak bunu adım gibi biliyorum. Ben O çocukla gittim diye bana bir ceza verecek. Tek umudum öncekiler kadar ağır olmaması…
Eve vardığımda kimseye görünmeden odama çıktım. Işığı bile açmadan kapımı kilitledim. Çağatay’a görünmek istemiyordum. Kapıyı kilitledikten sonra ışığı açtım. Karşımda ki kişiyi görünce çığlık atmak üzere ağzımı açmıştım ki, O ağzımı kapatıp buna engel oldu. Vücutlarımız birbirine yapışık haldeyken sevimsiz sırıtışıyla beni izliyordu. Surat ifadesi her ne kadar sinir bozucu bir şekilde neşeli gibi görünse de sinirli olduğunu vücudunun kasılışından anlıyordum. ‘Bağırman cezanın artmasına sebep olur bunun için ağzını açtığımda bağırıp bağırmaman sana kalmış’ diye beni tehdit etti. Cevap olarak kafamı hafifçe sallamakla yetindim. Elini serbest bırakırken ‘Aferin benim ‘akıllı’ kuzenim’ diyerek beni alaya aldı. O’nun göremeyeceği bir şekilde gözlerimi devirdim. Gözlerinden sinir fışkırırken kendini benim yatağıma bıraktı. Bende ayakta bir süre O’nun konuşmasını bekledim. Konuşmayınca yavaşça karşı koltuğa geçip oturdum. Korkuyla Çağatay’dan gelecek cezayı bekliyordum. Aynı zamanda içimden ceza vermemesi için dua ediyordum. Sonunda bu ölüm gibi sessizliğe bir son verip konuşmaya başladı. ‘ Bugün iyi günümdeyim kuzen. Bu yüzden seni bir kerelik olsun affedeceğim. Ama bunu bir daha tekrarlarsan…’ Merakla devam etmesini bekliyordum. Ama o inat edermişçesine susuyordu. Konuşmasının devamını öğrenmek için ‘Bunu bir daha tekrarlarsam?’ diye sordum. Ben böyle söyleyince daha fazla sinirlendiğini anladım. Yerinde doğrulup işaret parmağını bana doğru sallayarak konuşmasının devamını getirdi. ‘Eğer kendi iyiliğini istiyorsan bunun bir daha ki seferi olmaz Melis. Çünkü olursa Burak’ı başına sararım!’ Nutkum tutuldu. Aklım eski anılarla doldu. İçimi nefret, öfke, pişmanlık, kin, korku kapladı. Bedenim titremeye başladı. Acilen ilaçlarımı almalıydım. Ama ilk önce Çağatay’ı bu durumdan vazgeçirmeliydim. Bunun sebebi o Rüzgar denen çocukla bir daha görüşecek olmam değildi. Ama O benim yanıma gelirse Çağatay’ın gazabından kurtulamazdım bunun için işimi şansa bırakamazdım.
‘Ama anlaşmamız var bunu yapamazsın!’ diye çıkıştım.
‘Anlaşmamızı bugün bozdun sevgili kuzenim’
‘Ben anlaşmayı bozacak bir şey yapmadım. O çocuk beni zorla götürdü. Bu yüzden anlaşmayı bozamazsın.’
‘Gitmeyebilirdin Melis. Ben sana sözümü söyledim. Eğer bir daha o çocukla görüşecek olursan, olacaklardan ben sorumlu olmam deyip kapıya doğru gitti. Tam kilidi açarken benim sözlerimle olduğu yerde çakılı kaldı. ‘ Peki, ben her şeyi göze alıp polise gidersem?’ Tam gözümü kapatmış vereceği cevabı bekliyordum ki sırtımın duvara sertçe çarpması ve boğazımda ki nefes almamı imkânsız hale getiren elle gözlerimi açtım. Açmamla ateş çıkaran bir çift gözü görmem bir oldu. Eli hala boğazımı sıkarken tek tek konuştu. ‘Sen. Bir. Delisin. Anladın mı?! Bu yüzden sana kimse inanmaz. Anlatacaklarından sonra seni bir hastaneye kapatırlar ve bende sevdiğin herkesin sonunu getirip senden intikamımı alırım. Bu yüzden ayağını denk al ve beni. Bir. Daha. Tehdit. Etmeye. Kalkışma.’
Konuşmasını bitirip beni yere fırlattığı gibi öksürük nöbetlerimin ortasına kapıyı çarpıp çıktı. Sonunda kendime geldiğimde aynaya gidip boğazıma baktım. Mosmor olmuştu. Ama önemli değildi.
Önemli olan çaresizliğimdi. Ne yapacağımı bilmiyordum. Güvenecek kimsem yoktu. Yapayalnızdım. Kupkuru uçsuz bucaksız bir çölün ortasında ki bir fide gibiyim, yalnız.. Ne bir benzerim var bana destek olacak ne de bir damla su, beni yeşertecek. Kuruyup gidiyorum bir başıma. Gelse de yese beni diyorum bir deve ya da yürürken ezse beni bir bedevi. En azından bir işe yarar yahut kurtulurdum şu yalnızlıktan. Güneş vuruyor yapraklarıma nispet edercesine. Git gide eriyor zayıf bedenim. Hemen yanımda bir su birikintisi görüyorum. Uzanmak istiyorum köklerimle. Neden sonra gördüğüm su birikintisinin aslında bir serap olduğunu fark ediyorum. Yapraklarım düşüveriyor güçsüzlükten. Güneş alayla parlıyor üzerime doğru. Rüzgar daha bir şiddetleniyor sanki bu umutsuzluğuma karşı. Tükeniyor umutlarım. Bırakıyorum köklerime tutunmayı. Alıp götürüyor rüzgar beni, sonu olmayan çölün diplerine doğru…