(Bölüm 4)

120 7 1
                                    

Rüzgar’ın ağzından;

Uzun süredir Onlar’ı gözlemliyordum. Öğrendiğime göre kuzenlerdi. Kızın sorunları olduğu aşikârdı. Oğlansa tam bir psikopattı. İlgi odağı olmayı hedefleyen, her dediğinin yapılmasını isteyen, yapılmayınca da her türlü pisliği yapabilen bir herifti. Bu pislik aynı zamanda ilk ve tek aşkımın beni aldattığı şerefsizdi. Onları birlikte basmıştım.

 O günden sonra kendimi her şeye ve herkese kapatmıştım. Sadece intikam duygusu vardı içimde. Fakat bu benim kişiliğime tersti. Ben böyle yetiştirilmemiştim. Her zaman için örnek gösterilen, efendi, iyi aile çocuğu olmuştum. Ailem beni hep böyle görmek isterdi. Ne de olsa ülkenin saygılı zenginlerinden birinin çocuğu ve ailenin tek veliahttıydım.

Hem anne hem baba tarafım haddi hesabı olmayan bir servetin sahipleriydi ve iki tarafında tek mirasçısı bendim. Ama hiçbir zaman baba parasıyla gösteriş yapan bir insan olmadım. Öyle ki okuduğum okul babamın olduğu halde okulda bu durumu bilen insanlar bir elin parmaklarını geçmez. Evet okulda sözü geçen bir insanım fakat Çağatay’ın sözünün yanında benim sözümün bir değeri olmaz genelde. Ama bu kural artık değişecek. Herkes gerçek Rüzgar BAŞOĞLU’nun kim olduğunu görecek. Benim okulumda benim sözüm geçecek.

Öncelikle varlığımı hatırlatmak için adının Melis olduğunu öğrendiğim kızı Çağatay denen o pisliğin elinden kurtarmalıyım. Evet Çağatay’ın çok güçlü olduğunu biliyordum. Çünkü yıllar önce sevgilimle o pisliği bastığım zaman sinirle onu dövmeye çalışmıştım ama o beni hacamat etmişti. O günden sonra kendimi her türlü dövüş ve savunma sporuna adadım. Spor salonlarından çıkmaz oldum. Bu günde bunun karşılığını alacaktım.

 Herkes onları izliyordu. Kızın çok zor durumda olduğunu fark edip yerimden kalktım. Oyun vakti Çağatay Gürsoy. Yeni Rüzgar Başoğlu’nu tanımaya hazır ol. Onlara doğru yaklaştığımda herkesin beni izlediğini hissedebiliyordum. Bir süre sonra Çağatay kafasını kaldırdığında beni fark etti. Gözlerinde ki alayı gördüğümde içimde ki öfke büyüdü. Bütün sinirimle suratına yumruğumu geçirip kızı kendime çektim. Kızın yüzündeki şaşkınlığın yanı sıra oğlanın yüzünde ki sinir çok açıktı. Ama pek de umursadığım söylenemez. Gün benim günüm.

      -  Sen hangi cesaretle benim işime karışırsın? Deyip benim üzerime yürümeye başladı.

Oralı olmayarak yemekhaneden çıkmak için teşebbüste bulunduğum sırada bana doğru gelen yumruğu gördüm. İşte bu beni sinirlendirmişti. Hızla yüzüme doğru gelen eli havada tutup Çağatay’ın arkasına doladım. Çağatay beni dövmekten perişan ettiği günden sonra bana elini kaldıran kimseyi, öldürürcesine dövmeden bırakmamıştım. Ama bugün okuldaydık ve bu yaptığım sadece bir gösteri ve uyarı niteliğindeydi. Bu yüzden çok kötü bir şey yapmayacaktım. Çağatay’ı o vaziyette yüz üstü yere yatırıp üzerine çıktım. Kolu arkasında dolanmış bir halde olduğundan acı çektiğini biliyordum. Ama acıdan bağıracak olursa bana karşı yenileceğini biliyordu bu yüzden nefesini tutuyordu. Ona yardımcı olmak amaçlı kolunu biraz daha kıvırdım. Daha fazla dayanamayıp bir haykırış koyuverdi. Bu beni eğlendirmişti. Ama O’nun unutmaması gereken bir şey vardı. Kulağına eğilip:

    -   Bunu bir daha denersen bir daha ki sefere kullanacak kolun olmaz! Diyerek uyarımı yaptım. Ve yanımda şaşkınca bizi izleyen kızı kolundan tuttuğum gibi dışarı çıkardım.

Biraz ilerlemiştik ki Melis kolunda ki elimi ittirip bana bağırmaya başladı. Büyük ihtimalle sinir krizi geçiyordu. Sonrasında koşarak okuldan çıktı.

Melis’in ağzından;

Yalnızlık bir fenerse,

Ben de içindeki mum,

Onu, billur bir kâse

Gibi doldurur nurum.

Dışardan bana neler

Getirir pervaneler!

Pırıltılar, nağmeler,

Renklerle eriyorum.

   Kendimi uçsuz bucaksız bir okyanusun içindeki hava kabarcığı gibi hissederim bazen… Veya bir çölün ortasında ki tek bir su damlacığı gibi, yalnız..        

   Denizin sonsuzluğuna bakarken şu hayatta hiçbir gayem olmadığını fark ettim. Ne zaman son bulmuştu benim bütün hayallerim? Herkesi yanımdan birer birer uzaklaştırmıştım. Yalnızlığımla baş başaydım artık. Hiç muhabbetim olmadığı halde bana yardım eden bir insanı bile yanımdan kovmuştum. Vicdanım beni rahat bırakmasa bile böyle yapmak zorunda olduğum için biraz olsun kendimi teselli edebiliyordum.  Kulaklığımda ki şarkının ritmine kendimi bırakıp denizin kokusunu içime çekerek gözlerimi kapadım.

Neyse ki deniz beni sakinleştiriyordu. Hele ki kokusu… Düşüncelerden arındırıyordu zihnimi. Yoksa delireceğimden korkuyordum. Geçmiş geliyordu aklıma, yaşanılan onca şey… Üzdüğüm,kırdığım insanlar ve kırılan bir ben.. Evet, suçlu olabilirdim ama hikâyede ki tek suçlu değildim.

Yeniliyordum.. Bu hayat beni yeniyordu. Bu yaşta bu kadar yükü kaldıramıyordu omuzlarım, eğilip bükülüyordu artan her bir yükle birlikte. Bazen şu kayalıklardan bir adım atsam her şeyin biteceğini düşünüyordum. Aslında bitebilirdi. Belki kurtulurdum üzerimde ki kendimden ağır olan yüklerden? Oturduğum yerden ayağa kalkıp kayalıklara doğru yürümeye başladım. Kayalıkların sonuna gelmiştim bir adım atsam bitiverirdi onca zırvalık. Eskiden olsa intihar eden insanların birer zavallı olduklarını düşünürdüm. Ama insan başına gelmeyince anlamıyormuş bir başkasının halinden. Son 1 adım kalmıştı özgürlüğüme. Artık pişmanlıklar dolu geçmişimden kurtulabilirdim. Öne doğru 1 adım attım. Gözlerimi kapatıp kendimi boşluğa bıraktım. Düştüğümü hissettim.  Ama hayır bu kadar çabuk düşmem imkânsız. 1 dakika kayalıklar bu kadar yumuşak olamazlar. Fakat altımda bir kaya yoktu. Kayalar kıpırdayamaz. Gözlerimi yavaşça açıp ne olduğunu idrak etmeye çalıştım. Ama karşımda gördüğüm 1 çift göz oldu. Ve bu gözlerin sahibi korkmuş, sinirli ve kırgın gibi görünen Rüzgâr’dan başkası değildi. Gene mi bu çocuk? Niye her işime burnunu sokuyor ki? Bir ölmeyi bile beceremiyorum lanet olsun!

-         Ne yaptığını sanıyorsun? Dedim hızlıca üzerinden ayağa kalkarak.

-         Ölmeni engellediğim için bir teşekkür bekliyorum aslında. Dedi benim ciddiyetimin tersine beni alaya alarak.

-         Bana bak! Dedim. Ben burada atarlı ergen kız triplerine girip, gösteriş için intihara teşebbüs etmiyorum. Benim işlerime karışmaya bir son ver! Yüzündeki alaylı ifadenin yerini sinirli bir görünüm almıştı.

-         Asıl sen bana bak bir cana kıymanın bu kadar kolay olduğunu düşünen kız; belki kendini şuradan attığında her şeyin biteceğini düşünüyorsun. Ama her şey kitaplardaki gibi değil maalesef. Veya bir oyun sahnesinden de ibaret değil. Sana şimdi burada kırk saat cennet-cehennem gibi mevzulardan bahsedip şuradan atladığın takdirde öbür tarafta cayır cayır yanacağını anlatabilirim. Veya senin bunları bilip her şeye göze aldığını farz edelim. Peki ya ailen? Onları hiç mi düşünmüyorsun? Ne kadar üzüleceklerini?

-         Vay vay vay. Rüzgâr konuşmasını bitirince onu alkışlamaya başlamıştım. Sonra devam ettim. Okulumuzun asi, yakışıklı ve gizemli çocuğuna da bakın. Kızların gözdesi çocuk, intihara meyilli aciz bir kızı uçurum kenarından çekip hayatını kurtarır. Sonra ona kısa bir fetva verip ardından da psikoloğumla iş birliğini yapmışçasına hayat dersleri vermeye başlar. Ne kadar da ironik. Tıpkı bir romandan alıntı veya tiyatro sahnesinden bir kesit gibi. Sonrasında  kız oğlanın dudaklarına yapışıp onu sevdiğini de fısıldıyor mu bari?! Bana bak her işime burnunu sokan ahmak;  evet dışarıdan sorunlu, aciz, zavallı ve belki de masum görünebilirim. Ama şunu bil ki dışardan göründüğüm gibi birisi değilim. Ve seni uyarıyorum şımarık züppe. Artık benim etrafımda dolanma. Bu iki oldu. Üçüncüsünde olacaklardan sorumlu olmam. Ona göre ayağını denk al.

Aniden gelen cesaretle çocuğa türlü türlü şeyler söyleyip, O’nu şaşkınlık içinde arkamda bırakmıştım. Şimdi eve gidip Çağatay belasıyla yüzleşmeliydim. 

İZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin