BÖLÜM 3 - AHU (Part2)

153 19 58
                                    

Beyaz. Bembeyaz.

Beyaz insana huzur verir değil mi? Peki bu içimdeki huzursuzluk niye? Kar olduğunu biliyorum. Bunlar kar olmalı. Daha beyaz ne olabilir ki? Fakat böylesine beyaz bir kar ilk defa görüyorum.

Ağaçlar, insanlar nerede? Aden nerede? Efe nerede? Sesim kapalı bir kutudaymışım gibi bir yerlere çarpıyor, ürkütücü bir ağıt olarak geri dönüyor. Yürüyorum. Ayaklarımın altında ezdiğim karların sesini işitmiyorum. Yoksa bunlar kar değil mi? Yere eğilip bu berrak rengin ne olduğunu anlamaya çalışıyorum.

''Evlat.''

Gözlerim sisler arasında duran esmer adamın kim olduğunu ayırt edemiyor. ''Yaklaşma evlat. Ne olursun yaklaşma.''

Evlat. Bana yabancı bir kelimeydi. Kim diyor ki bunu? Duymazdan geliyorum. Kim olduğunu deli gibi merak ediyorum. Adamın elinde bir tabanca görüyorum.

Bir silah sesi.

Kırmızı taneleri yavaş yavaş, dönerek yere düşüyor. Elimle sisleri dağıtmaya çalışıyorum. Sanki ayaklarım zincirlerle kara benzer heybetli şeye bağlı gibi. Bağırıyorum. ''Sen de kimsin?'' Kekelemiyorum. Kulaklarım ilk defa kendi sesimi, hecelere ayırmadan duyuyor. Ben neredeyim? Kalbim tüm bunların etkisiyle hızlı hızlı çarpmaya başlıyor.

Ağaçların arasında sarılı kahverengili bir saç görüyorum. ''Hey, sen!'' diye sesleniyorum. O saçların sahibi bana dönüyor.

İşte o kız!

Benliğimi dar duvarları arasına sıkıştırdığım zihnimde günlerdir parıldayan, mavi gözleriyle bilincimi alaşağı eden kız.

''Gitmem lazım Güney. O beni bekliyor.'' Deyip koşmaya devam ediyor. Benden ters yöne ilerleyen adım seslerinin zeminde bıraktığı baskılı ses, kulak zarımı titretmeye yetiyor. Söyledikleri zihnimde çınlıyor, unutmamaya ant içiyorum. 

Bir silah sesi daha yankılanıyor ve uyanıyorum.

***

Yataktan hızla doğrulduğumda nevresimin feci bir şekilde ıslandığını hissettim. Çıplak bedenimin üzerinden parlayan soğuk terim, kıstığım gözlerimi alıyor, beni rahatsız ediyordu ve üstelik bedenimi, yatağa çivilenmiş gibi hissediyordum. Şu soğuk günde bile bu kadar terlemişsem kötü bir rüya olduğuna şüphe yoktu.

Yavaş yavaş zihnime akın eden rüyam, kaşlarımın çatılmasına neden olduğunda, bunun anlamını arar gibi rüyam, göz merceklerimin ardında tekrar oynadı.

Mavi gözlü kızın, Perçem'in rüyamda ne işi vardı? Peki ya bana evlat diyen adamın? Şu yaşıma kadar kimse bana evlat dememişti. Öyle biri yoktu çünkü. Kimsenin evladı, oğlu olamadım. Hep baş belası Güney'dim. Hep köşede oturup...

Telefonun çalmasıyla bir anda düşüncelerim uçup gitti. Derince nefes çekip telefona uzandım. Arayan Aden'di. Gözüm saate iliştiğinde avaz avaz ''Oha!'' diye bağırmak istedim. Yaklaşık beş saat uyumuştum. Nasıl bir paniğe kapıldım bilmiyorum ama telefonu açıp ''Geliyorum, yoldayım.'' Deyip yüzüne kapatıverdim.

Büyük ihtimal acele etmem için aramıştı. Anlattığına göre saat sekizdeydi. Sekize de on beş dakika vardı.

Dolabı sertçe açıp içinden kareli bir gömlek, rastgele bir pantolon çıkardım. O anda Efe'ye olanları anlatmadığım geldi. Alt dudağımı dişleyip elime telefonu aldım ve hemen olan biteni anlatan bir mesaj çektim. Pantolonumu giyip gömleğimi iliklerken Efe'den mesaj geldi.

Gönderen; Efe

Güney, biz hastanedeyiz. Annemin iğnesi var. Seni yalnız bırakmak istemezdim ama durumu biliyorsun. Hadi idare et bu günlük. :)

Bir Çift MaviHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin